Atina'ya Giden Her Türk'Ün Mutlaka Bilmesi Gereken 10 Şey

Bugüne kadar gittiğiniz bir yabancı ülkede kendinizi evinizde hissettiğiniz oldu mu hiç? Durun hemen cevaplamayın. Bir soru daha sorayım. Gene gittiğiniz bir ülkede en büyük düşman olarak görüldüğünüz oldu mu? Bu iki soruya birçok farklı cevap verilebilir ancak, üçüncü ve son soru için herkesin vereceği cevabın ortak olacağına eminim. Buyurun final sorumuz geliyor. Gittiğiniz bir ülkede kendinizi hem evinizde, hem de o ülke vatandaşlarının en büyük düşmanı olarak algılandığınızı hissettiğiniz oldu mu? Cevabınız evetse o ülkeyi tahmin edeyim isterseniz: Yunanistan.

Bu durumun ne büyük bir çelişki olduğunun farkındayım ancak, gel gör ki tarihin bir gerçeği bu. Güzel tarafı ise bir Yunan ile vakit geçirdikçe net bir şeklide göreceksiniz ki ibre olumluya dönecek çünkü o kadar çok ortak şey var ki. Bunun olabilmesi için gitmek, görmek, yaşamak ve birlikte bir şeyleri paylaşmak lazım.

İşte bir Türk olarak Atina’ya gittiğinizde mutlaka bilmeniz gereken 10 şey.


ATİNA’DA OSMANLI HÂKİMİYETİ

Bana sorarsanız bu kenti ve insanları kendimize bu kadar yakın hissetmemizle birlikte en büyük düşman olarak görülmemizin temelinde yaklaşık 370 yıl süren Osmanlı hâkimiyeti yatar. Osmanlı kentin kadim tarihindeki filozoflara atfen Atina’ya Medinetü’l Hükema yani Âlimler Şehri demiş ve Fatih Sultan Mehmet’in fermanıyla Ortodokslara ayrıcalıklar vermiş, kendi dini inançlarını sürdürmelerine müsamaha göstermiştir. Bu da uzun yıllar Osmanlı kenti olan şehrin Hıristiyan kimliğini korumasına neden olmuş. Buna rağmen özellikle 19. yüzyılda kente atanan basiretsiz yöneticiler ve ulusal akımların baş göstermesi Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sonuçlanmış. Bugün kenti dolaşırken, tarihini okurken görülen her kötülüğün temelinde Osmanlı İmparatorluğu’nun yattığını söyleyen yazılar, açıklamalar göreceksiniz, şaşırmayın.


KENTİN ADI NEREDEN GELİR

Söz konusu Antik Yunan ise mitolojiden, tanrılardan bahsetmeden herhangi bir olguyu açıklamak mümkün olamaz. Bir diğer gerçek de antik dönemde bu coğrafyada tanrıların mücadelesi, yarışı hep var ola gelmiş. Hatta Olimpiyat Oyunları’nın temeli de bu tür mücadeleye dayanır. Tıpkı kentin adı için verilen mücadele gibi. Rivayet şudur; kentin koruyucusunun kim olacağına dair Yunan mitolojisinde denizlerin hâkimi Tanrı Poseidon ile barış ve savaşı temsil eden Tanrıça Athena arasında bir rekabet yaşanır. Kazanan kentin koruyucusu olacaktır. Bu maksatla kentin insanlarına hediyeler sunmaları kararlaştırılır. Poseidon’un hediyesi taze su kaynağı olurken, Athena’nınki de barışı ve zenginliği temsil eden zeytin ağacı olur. Atinalılar zeytin ağacını seçerler ve kente Athena’nın adını verirler. Herodot bu ağacın Pers Savaşları sırasında yandığını söyler. Düşünür Platon ise konuya daha pragmatik yaklaşır ve ismin tanrının aklı anlamındaki “Htheunoisis’” ifadesinden geldiğini iddia eder.


TÜRK KAHVESİ Mİ, YUNAN KAHVESİ Mİ?

Yunan dostların bile kabul ettiği gerçek bu kahvenin adının “Türk kahvesi“ olduğudur ancak, gel gör ki içlerinde bastıramadıkları milliyetçi duygulardan ötürü asırlardır Türk kahvesi olarak bilinen bu kahveye “Yunan kahvesi” demekten kendilerini alıkoyamazlar. Asırlık Türk kahvesinin Yunan kahvesine dönüşmesinin hikâyesi 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na dayanır. O yıllarda yaşadıkları travmanın ezikliğinden kurtulmak için asırlık Türk kahvesinin adını Yunan kahvesi yaparak teselli bulmaya çalışmışlardır.

YEMEK YEME ALIŞKANLIĞI

Konuyu uzatmadan yekten söyleyeyim. Atina tam bir yeme içme kentidir ancak aklınıza bir Londra, bir New York gibi çeşitli mutfaklar gelmesin. Varsa yoksa Yunan yemekleri. Yunan yemeği dediysek de bizler için yabancı olmayan lezzetler. Bunun en güzel örneği birçok yemeğin adının Türkçeden geliyor olması. Yemek genel anlamda hem Türkiye’den ucuz, hem de sunumları daha başarılı. Bu arada önemli bir gözlemimi de paylaşmadan geçemeyeceğim. Son 15 - 20 yılda Türkiye’de özellikle de İstanbul’da lokanta seçimlerinin ana kriteri yediğin yemeğin lezzetinden daha çok, nerede yediğin, ne kadar çok ödediğin ve mekânın popülaritesi olurken Atina’da durum bambaşka. Asıl olan yemeğin, içkinin ve müziğin kalitesi. Mekânın neredeyse hiç önemi yok hatta çoğu gösterişten uzak, izbe yerler. Bu arada lüks lokanta düşkünüyseniz size de uygun mekânlar yok değil ama İstanbul’daki gibi çoğunlukta değiller.


BALIK PAZARI

Deniz mahsullerini seviyorsanız, uçaktan iner inmez, otelinize dahi gitmeden soluğu balık halinin olduğu Monastraki Meydanı’na birkaç yüz metre mesafedeki Central Market’te alın. İnanın abartmıyorum, bunu yapmışlığım var. Siz de yapın, pişman olmazsınız.

Atina’nın bir sahil kenti olduğunu ve Yunanistan’ın 6 bin kadar adasının olduğunu söylersem ne demek istediğimiz daha iyi anlarsınız. İyi de kardeşim tatmadıktan sonra baksak ne olur dediğinizi duyar gibiyim. Yahu ben sizleri boşu boşuna oralara yönlendirir miyim hiç? Çarşının birbirine geçilen dar koridorlarında 3-5 tane ayaklı meyhane ve balıkçı mevcut olup, tezgâhtan masaya konsepti ile çalışırlar. Tek sıkıntı yer bulmaktır.


ATİNA’DA İÇKİ

İnanması güç gelse de Atina’da içki günün her saati içilir. Sabah mahmurluğu için de içenine de rastlanır, şurada biraz soluklanalım deyip bir kahveye girdiğinde ayaküstü içene de. Yemeklere içkinin eşlik etmesi ise zaten adettendir. Hâl böyle olunca da Yunanistan’da envaiçeşit içkiye rastlamak kimseyi şaşırtmamalı ama ilk akla gelenler ve en yaygın olanlar uzo, çipura, ve retçina’dır. Türkiye’den gidip de ilk ikisini bilmeyen yoktur. Bana sorarsanız en ilginci retçina’dır. Reçineden üretilen bir nevi beyaz şaraptır. Kimine göre 2 bin, kimine göre de 3 bin yıldır bu coğrafyada üretilen geleneksel bir içki. Benim kendisi ile tanışmam bir Atina seyahatinde gittiğim lokantada mitolojideki tanrıça figürünün ete kemiğe bürünmüş hali olan genç garsonum Aello’nun “Uzoyu, çipurayı boş ver, onlar zaten sizin rakıya benzer, sen retçina'yı dene” önerisi ile olmuştu. Her ne kadar beyaz şarap sevmesem de hem genç ve çekici bir hanımı geri çevirme kabalığından sakınmak, hem de bir seyahat yazarı olarak farklı tatları deneme merakıyla bir şişe sipariş etmiştim. Buz gibi soğutulmuş retçina’dan ilk yudumu alırken, adının sözlük anlamı yırtıcı ve gaddar olan Aello’nun adının hakkını verir bir hoyratlıkla “Beğendin mi, bu yaşlı Yunanların tercih ettiği bir içkidir” demesiyle yıkılmıştım. Siz yaşlı tanımına takılmadan veya size tavsiyede bulunan genç ve çekici garson ile ilgili beklentiler içinde olmadan deneyin, özellikle sıcak günlerde pişman olmazsınız.
 

TÜRK - YUNAN MUKAYESESİ

Bir Türk için Atina seyahatinin hemen hemen her saniyesinde Türk - Yunan mukayesesi yapmak adettendir. Bu geleneği sürdürmekten siz de kaçamayacaksınız. Önce yemeklerin ne kadar birbirinebenzediğinden dem vuracaksınız, insanların davranışlarının birbirine ne kadar benzediğini görüp şaşıracaksınız. Hele bir de Yunan dostlarınız varsa, sohbet ederken bu benzerlikleri dile getirip, iki ülke arasındaki düşmanlık için politikacıları suçlayacaksınız. Sonra aklına Bülent Ecevit’in “Sıla derdine düşünce anlarsın, Yunanla kardeş olduğunu, Bir Rum şarkısı duyunca gör, Gurbet elde İstanbul çocuğunu” dörtlüğü gelecek. Gecenin ilerleyen anlarında, sohbetin koyulaştığı zamanlarda dolmanın, musakkanın, baklavanın, revaninin, lokumun, kahvenin ve daha onlarca şeyin gerçekte Türk mü, Yunan mı olduğunu birbirinize takılarak konuşacaksınız. Bir sonuca ulaşamasanız da ortak bir sonuca varacak ve ne kadar da benziyoruz birbirimize diyeceksiniz.


SÜRPRİZLERE AÇIK OLMAK

Seyahat boyunca seni şaşırtan sürprizlerle karşılaşacaksın. Bazen bir hediyelik eşya dükkânında, bazen bir lokantada, bazen de sokakta sen yanındaki arkadaşınla Türkçe konuşurken sohbete dâhil olan bir Yunan olacak. Nereden geldiğini soracak. İstanbul dediğinde atalarının oradan geldiğini, semt ismi söyleyerek dile getirecek, şaşıracaksın. Bunun ne kadar sık tekrarlandığını görünce daha da şaşıracaksın. Bunu bilmeme rağmen defalarca şaşırmış birisiyim. Son seyahatimde atalarının Kayseri’den göç ettiğini bildiğim Atina’nın en güzel şarküterilerinden biri olan Miran’da kasada oturan yaşlı adama İstanbul’dan geldiğimi, hakkında yazı yazmak istediğimi kendisine İngilizce söylediğimde yaşlı adamın suratıma anlamamış gibi bakması üzerine daha basit İngilizce cümlelerle derdimi anlatmaya çalışmıştım. Adam sözümü kesip, “Ben Türkçe bilirim, Türkçe konuş” demişti. Sonra sıkı bir sohbete koyulmuştuk. Ermeni Tehciri nedeniyle ailesinin önce İstanbul’a sonra da Yunanistan’a göç ettiğini, kendisinin Atina’daki üçüncü kuşak olduğunu söylemişti. Sonra, tezgâhın ardındaki oğluna seslenip, “Bak bu bey bizim oralardan gelmiş” demişti. Adamın burukluğu, şaşkınlığı bana geçmiş ve gözlerim dolmuştu.


SİGARA İÇME YA DA İÇMEME YASAĞI

Fransızların çok sigara içenler için kullandığı bir söz vardır. Türk gibi sigara içer derler ama biz Türkler galiba bu unvanı Yunanlara kaptırmış durumdayız. OECD rakamlarına göre 2016 yılında en çok sigara içilen ülkeler sıralamasında Yunanistan açık ara lider. Her 10 Yunan’dan 4’ü sigara içiyor. Hem de ne içmek. Yunanistan’a gidenlerin kahvelerde, kafelerde, barlarda, lokantalarda duman altı olması kaçınılmaz ülke gerçeklerinden. Sigara içen biri iseniz bu durum sizi mutlu etse de unutmamanız gereken şey Yunanistan’ın Avrupa Birliği üyesi bir ülke olduğu ve kapalı mekânlarda sigara içilmesinin yasak ve cezaya tabi olduğudur ancak, bu satırların yazarı geçmiş yıllarda Olympiakos ile Panathinaikos arasında oynanan dörtlü final basketbol maçında kapalı spor salonunda bile duman altı olmuş biridir. Yunanlılara ceza pek işlemiyor ama Türkler için daha katı olabilirler, tedbirli olmakta fayda var. Yunan dostlara göre bu yasağın umursanmamasının tarihsel ve ekonomik nedenleri var Tarihsel nedeni tahmin edebileceğiniz üzere Türklerden kalan kötü miras, ekonomik nedeni ise son yıllarda yaşadıkları ekonomik yıkım.


AVRUPA’NIN ŞIMARIK ÇOCUĞU YUNANİSTAN VE LORD BYRON

Her Türk bilir ki Yunanistan ile Türkiye arasında siyasi veya askeri bir sıkıntı yaşansa Avrupa’nın ve Amerika Birleşik Devletleri’nin tercihi hep Yunanistan olur. Bunun siyasi nedenleri olsa da, asıl olan tarihten gelen Yunanistan hayranlığıdır, daha doğrusu Antik Yunan hayranlığıdır. Özellikle 18 ve 19. yüzyılda bilinmeyeni keşfetmek arzusu ile yaygınlaşan Doğu’ya seyahatten en büyük payı Yunanistan almıştır. Yunanistan’a gelen Avrupalı seyyahlar ülkelerindeki birçok olumlu gelişmenin kaynağı olarak Antik Yunan’ı görmüşler, yazdıkları ile bunu anavatanlarına aktarmışlardır. Aktarmakla kalmayıp günlüklerinde, sanatsal eserlerinde modern Yunanistan’ı bu önemli birikimin mirasçısı olarak tanımlamışlardır. Bir de, 1821’de Hristiyanlığın baş düşmanı olarak gördükleri Osmanlı’ya karşı Yunanların yürüttüğü özgürlük mücadelesini takdirle karşılamışlardır. Bu etkiyi yaratan en önemli figürlerden biri de Lord Byron adıyla eserlerini yazan İngiliz şair George Gordon Byron’dır. Lord Byron’un fırtınalı hayatı, çarpık ilişkileri bir tarafa, özellikle Yunanistan Ulusal Bağımsızlık Mücadelesi için verdiği maddi ve edebi destek ile Avrupa’daki Yunanistan algısına efsanevi bir boyut kazandırmıştır. Türklere karşı verilen mücadele sırasında sağladığı maddi destek ile donanma oluşturulmasına katkı verirken bizzat Osmanlı kontrolü altındaki İnebahtı Kalesi’nin alınması için çatışmalara katılmış, birlik komuta etmiştir. Tanrının Türkler adına ona verdiği bir ceza mıdır bilinmez, bu savaş esnasında yakalandığı hastalık ve yanlış tedavi sonucunda hummadan Yunanistan’da ölür. Bu trajik ölüm ile Yunanistan için ulusal kahraman ilan edilir. Lord Byron Avrupa’nın Şımarık Çocuğu Yunanistan’ın babasıdır denilebilir. Atina’da yaşadığı manastır Osmanlı valisi tarafından bağımsızlığa verdiği destek nedeniyle yıktırılmış ancak bugün bu manastırın yerinde Lord Byron anısına tarihî bir sütun bulunur.

Oğuz OTAY
www.gezmekyetmez.com

Atina, 25 Mart 2018

Oğuz Otay

Yazar Hakkında

Oğuz Otay

Seyahat için doğmuş olmasından mıdır bilinmez kırkı çıkar çıkmaz Diyarbakır havaalanından uçağa binerek ilk seyahatini yaptı. Çocukluk yıllarında ailesinin görevi gereği spor kafileleri ile birlikt