Şansımıza rötar olmadan İstanbul Havalimanı’ndan Trabzon’a yaklaşık 1 saat 20 dakikalık uçuş sonrası ulaştık. Buradan bizi alan DOKA’nın aracıyla Artvin sınırlarına doğru yol almaya başladık. Trabzon’dan Gürcistan sınırına kadar solunuzda Karadeniz’i izleyerek otobandan ulaşmak mümkün. Ama bizim Artvin’de ilk durağımız Rize’nin sınırındaki Artvin’in Arhavi ilçesi.
Arhavi, Artvin’in Karadeniz’e kıyısı olan 3 ilçesinden biri. Yaklaşık 15 bin kişinin yaşadığı Arhavi’de nüfusun çoğunluğunu Lazlar oluşturuyor. Dolayısıyla sokakta yürürken, restoranda otururken sürekli Lazca duyabiliyorsunuz.
Bizim Arhavi’ye varışımız akşam saatlerini bulduğu için ilk olarak Gresta Pide’ye gittik. Karadenize gelince pide yemeden olmaz tabii de bu gerçekten uzun süredir yediğimiz açık ara en lezzetli pideydi.
Artık karınlar da doyduğuna göre otele gidip biraz dinlenmek gerek. Arhavi’de çok fazla otel seçeneği yok. Biz merkeze yakın konumdaki Özay Otel'i tercih ettik.
Ertesi sabah erken saatlerde bize tüm seyahatimizde eşlik edecek olan Lazona Travel’dan sevgili Barış Bey ve Artvin İl Kültür Turizm Müdürlüğü’nden sevgili Özcan Hanım’la tanıştık. Yol boyunca zaman zaman zorlu yollara gireceğimiz için Barış Bey araç olarak Toyota Land Cruiser ayarlamış ki, seyahat sonunda neden bu aracı ayarladığını daha iyi anladık. Dağ taş tepe ne olursa olsun konforunuzdan bir şey kaybetmiyorsunuz.
İlk durak Arhavi sahilleri. Karadeniz kıyısında boylu boyunca uzanan Arhavi plajları taşlık bir yapıya sahip. Yaz aylarında oldukça kalabalık.
Sahilde bir de balıkçı kulübelerinin bulunduğu Küçük Liman bölgesi var. Buraya çek çek yeri de deniliyor ve Arhavi’nin örnek projelerinden. Buradaki minik kulübelerin alt katına tekneler çekiliyor, üst katındaysa balıkçılar yaşıyor.
Sahil sonrası rotamızı iç bölgelere doğru kıracağız ancak öncesinde listemizde atlamak istemediğimiz bir şey var: Kel simit. Gerçi Kel simit için Rize’nin diyen var, Arhavi’nin diyen var… Bence ikisine de yakışır. :) Bir fırının önünde durup hem bu simitleri nasıl pişirdiklerini görüyoruz hem de yolda yemek üzere 5-6 tane alıp arabaya koyuyoruz.
Sıradaki durağımız Arhavi’nin merkezine 14 kilometre mesafede yer alan Çifte Köprü. 18. Yüzyılda Osmanlı döneminde inşa edilmiş olan Çifte Köprü, Durguna Vadisi ve Kamilet Vadisi’nin içinde akan kendileriyle aynı isimleri taşıyan nehirlerin birleştiği noktada yer alıyor. İki nehir burada birleştikten sonra Ortacalar adını alıyor ve Karadeniz’e kadar devam ediyor.
Her iki köprünün altında da zincir olduğu dikkatimizi çekiyor. Bu zincir köprünün kilit taşına bağlıymış. Yani zamanında bir düşman saldırısı olduğunda köprüyü geçemesinder diye zincir çekilip kilit taşı söküldüğü anda tüm köprü çöküyormuş.
Bu bölgede benzer mimarideki köprülerden çok var. Ama Çifte Köprü’nün hem 2 köprüden oluşması hem de boyut olarak büyük olması burayı biraz daha özel kılıyor.
Çifte Köprü sonrası durağımız Arhavi’ye bağlı bulunan Dikyamaç Köyü, diğer adıyla “Kamparna”.
Bu köyün en önemli özelliği kültürünü yaşatmak isteyen köy halkının yardım ve bağışlarıyla kurulan “Yaşam Tarzı Müzesi”. Burası aslında bir tür etnografya müzesi.
İçinde neler yok ki… Öncelikle müzenin iç duvarlarının tamamında bu müzeye katkıda bulunan ailelerin soyağaçlarına yer verilmiş. Müzede gelin ve damatların giydikleri kıyafetten, topaç gibi oyuncaklara, karda yürümeyi kolaylaştıran fındık dalından yapılmış hediklerden maket evlere kadar pek çok şey sergileniyor.
Ama bizim en çok dikkatimizi çeken zamanında yaylalarda ulaşım amacıyla kullanılan tekerlekli araçlar. Hatta bundan birkaç sene önce bu araçlarla bir yarışma yapılmış adı da: LAZ RALLİ
Müzenin karşısında taştan yapılmış bir camii var. Bu camii de tescilli kültür varlığı.
Köyün en hareketli zamanlarıysa her sene bir kez düzenlenen Hamsili Ekmek ve Laz Böreği Şenliği zamanı. Bakalım belli mi olur, belki bir sonrakinde şenliğe geliriz :) Sıradaki noktamız Mençuna Şelalesi. Dikyamaç Köyü’nden tekrar Çifte Köprüler’in yanına iniyor ve buradan 4 km kadar devam ediyoruz. Araç şelalenin yanına kadar girmediğinden yaklaşık 800 metre kadar yürüyüş yolumuz var.
Önce inceden akan derenin üzerindeki köprüden geçiyoruz.
Bu arada tam bu noktada bir de mini zipline var. İlgilenenlerin dikkatini çekebilir.
Köprü sonrası yavaş yavaş tırmanmaya başlıyoruz ama hemen solumuzda kalan çay tarlası güzelliği ile bizi durduruyor. Hemen 1-2 fotoğraf almak için giriyoruz tarlanın içine.
Ardından geliyor basamaklar, bitti bitecek derken gürleyen şelalenin sesi ilişiyor kulağımıza veee bitti… Çiçeklerin arasından beliriyor Mençuna. 90 metre yükseklikten dökülen Mençuna Şelalesi, döküldüğü noktada 200 metrekarelik bir de göl oluşturmuş. Bu gölün içinde yaz sıcağında serinlemek var ama tabii ki güvenlik nedeniyle önermem. Her an yukarıdan başınıza taş düşebilir. Ya da suyun kuvveti dengenizi bozabilir.
Şelalenin ön tarafında yer alan sallanan ahşap köprü de oldukça güzel fotoğraflar veriyor. Özellikle suyun çok güçlü aktığı ilkbahar aylarında köprü üzerinde bile üzerinize sıçrayan şelale sularını hissedebiliyorsunuz.
Aktiviteler sonunda tabii ki karınlar acıktı. Mençuna’nın girişinde arabayı parkettiğimiz alanda buradaki köprülerden birine adını veren İlyas Can’ın kızının işlettiği yöresel lezzetleri tadabileceğiniz Mençuna Restoran var. Peki ne mi yiyelim? Hamsili ekmek, karalahana sarma, muhlama, fasülye kavurma, laz böreği…
Şimdiden afiyet olsun :) Bir sonraki durak Borçka Macahel… Okumayı unutmayın!
Artvin Gezisi İkinci Durak : Borçka - Maçahel yazısını okumak için tıklayın.