Antep deyince akla yemek gelmemesi mümkün mü? Eh biz de bundan payımızı aldık tabi ki…
Yıllar yılı Kadıköy’deki Çiya Restoran’a gider gelir dururum ve oradaki lezzetlerin de hayranıyım. Ancak yine de Antep’in mutfağını anlamak için Antep’e gitmek şart.
Nereden başlayacağımı bilmiyorum. En iyisi kronolojik gidelim.
Öncelikle bir klasikle başlıyoruz: İmam Çağdaş. Antep Kalesi’nin hemen dibindeki İmam Çağdaş, kimine göre Antep’in en iyi kebapçısı, kimine göre ise abartıldığı kadar değil. Biz ise kendi notumuzu vermek için bir akşamüstü saati ailece bu meşhur kebapçıdan içeri giriyoruz. Bizi kapıda güleryüzle karşılayıp birkaç basamak yukarıdaki aile bölümüne alıyorlar. Simit kebabı, soğan kebabı ve patlıcan kebabı sipariş ediyoruz. Yanına da Antep işi lahmacun.
Simit kebabı deyince benim aklıma etrafı susamla kaplı simit gibi halka şeklinde bir kebap geldi. Hatta Tuğçe’ye “Tuğçe, İzmir’de simit kebabına gevrek kebabı diyoruz biz” şeklinde sulu bir şaka bile yaptım. Hâlbuki az sonra bu cehaletimden utanacaktım, zira simit Antep’te ince bir çeşit köftelik bulgura verilen isim, simit kebabı da bu bulgurdan yapılan kebabın adıymış. Tabi ki söylemeye gerek yok, tadı bir harika.
Soğan kebabı, yani kendi siparişim, benim favorimdi. Harika pişmiş eti mi yoksa soğanı mı yiyeceğimi şaşırdım. Tuğçe’nin babası, yani benim kayınpederim Hüseyin Bey ise patlıcan kebabı sipariş ederek birkaç gün sürecek bir patlıcan kebabı maratonunun ilk adımını attı.
Sarmısaklı Antep lahmacunlarımızı dürüm yaparak yedik. Ancak daha sonradan Antepliler’den öğrendiğimize göre yerel halktan olmadığımızı bu şekilde ele vermişiz. Antepliler lahmacunu kesinlikle dürüm yapmıyorlar. Mendil gibi dörde katlayıp çeyrek daire şeklindeki lahmacunu ısırarak yiyorlar. Hatta içine patlıcan ezme de koyuyorlar. Antep’in yerlileri bir restoranda yemek yiyenlere baktıklarında da diyorlarmış ki: “Aaa bugün ne kadar çok yabancı var burada”. Tabi ki lahmacun yeme şekillerine bakarak anlıyorlar.
Yemek sonrası ilk günden çok da abartmayalım mantığıyla baklavayı az söyledik. Kişi başı birer parça. Antep’te ilk baklavamız olarak çok güzeldi ama benim tüm geziden favorim son gün yediğimiz Akıncıoğlu Baklavaları’nın baklavası oldu. Tereyağı mıdır, fıstık mıdır bilemiyorum ama buranın baklavalarını İstanbul’daki Antep baklavacılarında dahi bulmak mümkün değil. Gidenlere herhangi bir yerden yemelerini tavsiye edebilirim ama Gaziantep'te baklava yemek için tek bir yer seçeceklerse bence Akıncıoğlu Baklava (www.akincioglubaklavalari.com.tr).
Yemeğimizin sonrasında çay ve kahve içerken restoran sahibi (tabi ki lahmacun yeme şeklimizden Antepli olmadığımız şıp diye anlaşılmış olduğu için) bize Zahter çayı getiriyor: “Deneyin bakalım İstanbullular!” edasıyla. Zahter, sıcak suya atılıyor ama demlenmiyor. Sapsarı bir renk veren kuru bir ot aslında. Söylendiğine göre böbreklere de iyi gelen, sindirime yardımcı bir çay. Antepliler’in yemek sonrası tercihi imiş. Biz de kendi sindirimimize yardımcı olduktan sonra İmam Çağdaş’ın misafirperver servis personeli ile vedalaşıyor ve Gaziantep Kalesi bölgesini kısaca turluyoruz.
Gaziantep Kale bölgesinde ya da Bakırcılar Çarşısı civarında geziyorsanız tabi ki vazgeçilmez bir sokak lezzeti tabi ki Antep fıstığı. Fıstığın değişik türlerini bulmak mümkün. Dikkat etmekte fayda var çünkü fıstığın değişik kalite ve türleri mevcut. Bilmeyen bir kişi daha ucuz ve daha az makbul olan Siirt fıstığını dahi satın alabilir. İdeali tabi ki bir bilenle birlikte satın almak ama tabi böyle bir şansınız yoksa kale önündeki satıcılardan ya da Kapalı Çarşı’nın içinden almak en garantilisi. En yüksek kaliteli fıstığın kilosu yaklaşık 25 TL. Özellikle ağaçdibi diye adlandırılan, olgunlaşıp ağacın dibine düştükten sonra toplanan fıstık en makbul olanı. Boz fıstık dedikleri olgunlaşmadan toplanan fıstık ise diğerlerinden daha pahalı ve çerez olarak yenerek değil, daha çok baklavalarda kullanılarak değerlendiriliyor.
İlk akşamımız yılbaşı ve yemeğimiz ailece şen şakrak bir hava içinde geçiyor. Yediklerimiz Antep yemekleri değil ancak lezzetli ve mükellef bir sofra. Bir o kadar da keyifli. Yeni yıla müthiş bir eğlence havasında giriyoruz.
Annemle babamın Antepli bir aile dostları bizi ertesi sabah erken saatte yemeğe götürmek istiyorlar ve davetlerini kabul ediyoruz. Sabah 06.00’da kalkıp kahvaltı dahi etmeden yola çıkıyoruz. Başta bu zamanlamayı garipsesek de sonradan işin aslını öğreniyoruz. Gittiğimiz restoranın adı Ünal Et Lokantası. Burada bulunma sebebimiz ise beyran ve katmer.
Beyran, etli bir çorba. Daha sonra yapımını da görme şansı bulduğumuz çorba renkli, pirinçli bir et çorbası aslında. Koyunun gerdan etini 12 saat boyunca suda haşlıyorlar. Bir tabağa pirinç pilavı, sarımsak, kırmızıbiber, bu haşlanmış et ve et suyu ekleniyor ve ortaya harika bir çorba çıkıyor. Etin haşlanma işlemi akşam saatlerinde başlayıp sabaha kadar sürüyor. Eğer beyran yemek istiyorsanız sabahın erken saatlerinde gitmeniz gerek restorana, çünkü öğlen olmadan beyran bitiyor.
Ünal Restoran’da tattığımız diğer bir lezzet ise katmer. Tuğçe’nin lezzetinden dolayı fenalıklar geçirdiği katmer; incecik çıtır çıtır hamuru, kaymak kıvamında yağı ve Antep fıstığı ile gerçekten de hem çok hafif lezzet veren, hem de çok etkili bir tadı olan bir Antep tatlısı.
Ne kadar çok katmer yediğimizi hatırlamıyorum bile ama tadı hala aklımızın bir köşesinde kalmış durumda.