Budapeşte Günlüğü

2015 yılı Kasım ayında aldığım hesaplı kampanya bileti ile Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye 3 günlük bir gezi yaptım. Tabii gitmeden önce Gezimanya sitesi ve Pegasus Çok Gezenler Klubü’nün yazılarından epey bir bilgi derledim ve bu çok işime yaradı. Teşekkür mahiyetinde ben de Budapeşte gezi notlarımı gezginlerle paylaşmak istedim. Bu yazıda Budapeşte hakkında bilinmesi gereken önemli bilgilere ulaşabilirsiniz.

Kaleden Zincir Köprü

Ama önce Gezimanya’ya göre Budapeşte’de gezilecek yerlere bakalım:

1. Derecede: St. Stephan Katedrali(Çan Kuleleri-Şehir Manzarası), Andrassy Caddesi(Pek Çok Müze vs. Var), Kahramanlar Meydanı (Andrassy Caddesi Sonunda! Peşte), Gellert Termal Banyoları, Gellert Tepesi ve Anıtı(Buda’da) Şehir Manzaraları, Margaret Adası, Budapeşte Kalesi(Sandor Sarayı–Dışardan-), Ulusal Galeri, Tarih Müzesi), Balıkçılar Burcu, Elizabeth Köprüsü, Zincir Köprüsü, Opera Binası (Andrassy Caddesi Devamında),Tuna Tekne Turu(Legendary Firması Türkçe Rehber), Prater Utca (“Pal Sokağı Çocukları” romanı heykelleri),Tuna Kıyısındaki Prenses Heykeli (Kiskiralylany Heykeli), Gerbaud Kafe, Fortuna Utca (Tarihi Sokak-Evler- Beethoven Evi-7 Numaralı Bina), Uri Utca – Güzel Evler Sokağı.

Balıkçılar Burcu'ndan Parlamento Binası

2.Derecede: Budapeşte Parlamentosu(Peşte ’de), Büyük Sinagog (Peşte), Şehir Parkı, New York Sarayı, Aquincum Müzesi Ve Roma Kalıntıları, Budapeşte Tarih Müzesi(Kale Müzesi), Askeri Müze, Vigado Konser Salonu, Ulusal Müze, Matthias Kilisesi(Buda’da),Gül Baba Türbesi (Margit Köprüsü Çıkışına yakın), St. Michael Kilisesi, Grand Market Hall (Sebze Meyve İlk Kat- Hediyelik Eşya 2. Kat).

Nerede Yenir?: Bu soruya “Nordsee Arkad : Örs Vezer Tere 25 (Kerepesi Ut –Yakınında), Csalongany 26, Tokaji – Ünlü Macar Şarap, Book Kafe- Lotz Terem, Sıcak Şarap- Mulled Wine” şeklinde cevaplar derlemişim. Dikkat Edilmesi Gerekenler için “Taksicilere Dikkat, Ücretsiz Şehir Turları Bulabilirsin, havaalanından Minibüsle Şehre(Yarım Saat), Metro Gece 24.00’de Kapanıyor, Hop On Hop Off – Pazarlıkla 3 Günlük Bilet 20 Euro’ya alınabilir( Normalde 2 Günlük 22 Euro),Havaalanında Sadece 20-30 Euro Bozdur (Dikkat Ucuz!)” şeklinde notlar almışım.3 günlük Budapeşte turumda bakalım bu bilgiler ne derece işime yaramış ve şehrin ne kadarını gezebilmişim?

Birinci Gün

İstanbul Sabiha Gökçen’den 11.15 uçağı ile Budapeşte’ye hareket ettik. Uçak Türkiye saati ile 13.15’te (Macar saati ile 11.25) Budapeşte Havaalanı'na indi. Küçük bir havaalanı. Ama terminalde her şey var. Market bile. Biraz döviz (30 Euro) bozdurup markete uğradım. Adı Spar. Salata ve meyve suyu alıp atıştırdım. Ardından Turizm İnfo’dan bir harita aldım. Oradan A kapısı girişindeki Airport Shuttle’a yöneldim. 247.98’den bozdurduğum (30 Euro) toplam 7435 HUF’un 3200’ünü şehre gitmek için ödedim. Hemen yandaki bekleme salonunda beklemeye başladım.20-25 dakika sonra ilgili numara ekranda belirdi. Hemen dışarı çıkıp ilgili minibüse atladım. Otelin kapısına kadar bırakacakmış. Ama bayağı uzun sürdü. Çünkü Andrassy Caddesi civarında trafik oldukça yoğundu. O yüzden 14.30’ta hostel’da olabildim. Hemen eşyalarımı atıp dışarı çıktım.

Şehir merkezine doğru ilerleyip Deak Frank Sokağı'na girmişim. Alışveriş için küçük tezgâhlar falan var sokakta. Yol boyu onlara bakarak Tuna kıyısına indim. Sevdim bu şehri…Tuna kıyısında fotoğraf çeke çeke Zincirli Köprü'ye doğru yürüdüm. Köprü güzel.

Tuna’yı seyrederek karşı kıyıya geçtim. Köprünün karşı ucunda bir füniküler var. Ama bakımda. Yarın (6 Kasım 2015) da bakımdaymış. Kavşaktan sola doğru yürüdüm. Dizi dizi restoranlar pahalı. Tavsiye üzerine kavşağa geri dönüp sağa yöneldim. Çünkü sağa dönünce cadde üzerindeki İldika Restoran’da klasik Macar yemeklerini bulabilirmişim: İldika’nın Yeri yani…

Önce Gulaş ardından bir Macar et yemeği daha. Toplam 2600 HUF tuttu. Yani yaklaşık 8 Euro fiyatıyla oldukça hesaplı bir yerdi. Oradan çıkıp Zincirli Köprü kavşağına doğru 100 metre ilerdeki Landchid Bar da nezih ortamı ile hoşuma gitti. Sıcak şarabı fena değildi. Kasım ayında bir Budapeşte akşamına güzel gitti doğrusu. Hesaplıydı da… Yaklaşık 2 Euro… Ayrıca wi-fi imkanı da vardı.

Zincir Köprü

Aynı kavşak ve köprüden karşıya geçip Peşte tarafında gece çekimleri yaptım. Güzel binalar, heykellerin fotoğrafını çekerek Joseph Attila Caddesi’nden hostelin yakınlarındaki dönme dolaba geldim.

Dönme Dolap

Etrafında ben de dönüp fotoğraflar çektim ve derken Andrassy’deyim. Sanırım saat 20.00’ye doğru hosteldeydim. Odada Hong Konglu bir kızla tanıştım. Kısa bir sohbetin ardından uyudum.

İkinci Gün

Uzun bir uykudan sonra 7.00-7.30 civarında gün başladı. Hemen hazırlanıp çıktım. Deak Frank Sokağı'nın başındaki Starbucks’tan koyu bir kahve aldım. Sonra da Free Walking Tour için toplanılacak meydanı buldum. Etrafta oyalanmaya çalıştım. Meydandaki İnfodesk’te bulunan Macar genci ile tanıştım. Adı Humar Attila imiş. Onun önerisi ile St Stefan Kilisesi’ne gittim.

St Stefan Katedrali

Bazilika güzeldi. İçi oldukça gösterişliydi. 18. yüzyılda başlanılan bazilika birkaç mimar eskittikten sonra  ancak 19. yüzyılda tamamlanabilmiş. Hatta tam olarak 20. yüzyılda tamamlandığı söylenebilirmiş. Kiliseyi içerden dışardan fotoğrafladıktan sonra tam karşısındaki kafeden bir meyve suyu alıp hızla aynı yoldan yürümeye başladım. Saat 10.15’i gösteriyordu. Ücretsiz Budapeşte turu 10.30’da başlayacaktı.

Gittiğimde sırtlarında “Free Walking Tour” yazan rehberler de meydanda tura katılmak isteyenleri kaydediyorlardı ve ardından tam saatinde tur başladı.3 rehber grubu kendi aralarında paylaştı. Hepsi de iyi İngilizce konuşuyorlardı. Anladığım kadarıyla başka dillerde de turlar yapılıyormuş. Ama Türkçe o dillerin arasında değil ne yazık ki… Tur 3 saatten fazla sürdü. Önce Tuna kıyısıyla başladı rehber. Prenses heykelinin fotoğrafını çektik.

Prenses Heykeli

Ardından bilgi vere vere önce dönme dolaba ardından St. Stefan’a götürdü bizi. Sonra da Zincirli Köprü’nün önüne çıktık. Zincirli Köprü’den geçtikten sonra fünikülerin önünde “Sıfır km” taşında 15 dakika mola verdik. Moladan sonra parkta yukarı doğru yürümeye başladık. Kartalın dibindeki uzun anlatımdan sonra arka yoldan St. Matias klişesinin önüne çıktık ve saat zaten 13.30 olmuştu ve rehbere küçük bahşişler bırakarak herkes birer ikişer gruptan ayrıldı.

St.Matias Kilisesi

Ben de St. Matias Kilisesi'ne girdim. Kilise müze niteliğinde olduğundan giriş ücretli. Öğrenci 1000 HUF (Yaklaşık 10 TL).  Pişman olmadım. Güzel bir kiliseydi. Yukarı kuleye kadar çıktım. Asma katları ve kulesi müze olarak düzenlenmiş.

Ardından Balıkçılar Burcu’nda epey vakit geçirdim. İki kemancı bir Macar bestecinin parçalarını çalıyordu. Kafe kulede bir yeşil çay eşliğinde Budapeşte’yi seyre daldım.

Balıkçılar Burcu ve Kemancı

Balıkçılar Burcu’ndan sonra St. Matias Kilisesi’ni geçip meydandan sola devam ettim ve yol üzerinde Labirent oklarını takip ederek aşağıya kadar indim. Ama gişedeki memur teknik sebeplerden kapalı olduğunu söyledi. Benim gibi hayal kırıklığına uğramış birkaç kişiyle mecburen tekrar yukarı yola çıktık. Ama neyse ki duvardaki bilgi panolarını fotoğraflamayı akıl ettim. Bunlardan öğrendiğime göre bu labirentler kimi zaman cezaevi ve işkence odası olarak kullanılmış. Drakula bile tutuklu olarak burada kalmış. Zaman zaman şarap kavı olarak kullanılmış. Anlaşılan şu sıralar müze olarak hizmet veriyor. Ama şu an teknik bir arıza nedeniyle hizmet veremiyor.

Labirent Giriş

Labirent hayal kırıklığından sonra self servis bir restaurantta yemek molası verdim. Tabii ki yediğim yemek Macar Gulaş… Kocaman bir tas-tabakta  ve oldukça doyurucuydu. Ve de oldukça hesaplı…

Yemekten sonra saat 15.30’u gösteriyordu. Günbatımı, orienting sporcuları vs. derken fotoğraf çeke çeke National Gallery’ye geldim.

A Binası’nda bir Macar ressamın sergisi varmış. Ama girmedim. Zamanım kısıtlı olduğundan sürekli galeriyi görmek istedim. Ama kapanmak üzereydi. Onun yerine bir zamanlar Başkanlık Sarayı olarak kullanılmış ama şimdi müze olan binaların fotoğrafını çektim.

Daha sonra Peşte tarafından görülen Tuna Nehri'ne bakan tarafa geçip uzun uzun şehri seyrettim. Gün batmış, ışıklar yanmaya başlamıştı. Hayatımda gördüğüm en güzel şehirlerden biri karşımdaydı… Kim yazmıştı hatırlamıyorum. Ama “Tuna’nın en güzel yakıştığı şehrin Budapeşte olduğunu” söylüyordu. Haklıymış geçekten. Tuna nehri bu şehri güzelleştiriyor. Gündüzü gecesiyle her haliyle güzel bu şehir. Saatlerce fotoğraflar çektim ve sonra sarayın domunun hemen altındaki kafeden bir sıcak şarap alıp tekrar seyre daldım. Bu ne kadar sürdü hatırlamıyorum.

Sonra geldiğim yönden merdivenlerden Sıfır km taşına indim. Oradan da Parlamento Binası’nın fotoğraflarını çekmeye gittim. Çok güzel görünüyordu. Çok gösterişliydi.

Yol çalışması nedeniyle girdiğim ama çıkamadığım yoldan Margit Köprüsü'ne kadar yürüdüm. Ama köprüye çıkamadım ve hemen kıyıdan 2. yoldan tekrar geri yürümek zorunda kaldım. Oldukça yoruldum elbette ama şikâyetçi değilim. Üstelik “Gül Baba Dönerci” de soluklandım ve Gül Baba Türbesi’nin yerini öğrendim. Ardından çıktığım meydandaki Spar’a dalıp küçük bir alışverişte yaptım (glutensiz ürünler de bulunabiliyor). Karşıya taksiyle geçmek yerine daha ucuz olan metro ile geçmeyi tercih ettim. Özes Tere yönüne giden Metrodan (300 HUF tek biniş) hemen 1 durak sonra “Franc Ter” durağında indim ve hostel’a yürüyerek gittim. Yarın için plan yapmadım. Ama Gellert Tepesi, Margeret Adası, Gül Baba Türbesi ve Tuna nehir turu yapılabilecekler arasında…

Üçüncü Gün

8.30- 8.45 gibi hosteldan çıkıp yürüyerek Büyük Sinagog’a gittim. Hayatımda ilk defa bir Sinagog’a girecektim. Ama kapalıydı. Bugünün Cumartesi olduğunu unutmuşum. Cumartesi Yahudiler için tatil günü. Büyük Sinagog’un dışardan birkaç kare fotoğrafını çekmekle yetindim.

Oradan Dob Utça’ya geçtim. Dob Utça’dan yürüyerek (bu arada Konçerto Cafe’ye bir göz attım) Kertesz Utça’ya döndüm. Müzik akademisi önündeki kafede mola verdim. Akademinin duvarında ünlü besteci List’in bir heykeli vardı. Kertesz Utca, ortasındaki ağaçlı yol veya dar park ile yeşil bir sokak. İki taraflı barlar, kafeler sıralanmış. Andrassy Caddesi’ni kestiği noktada ünlü şairleri Ady’nin bir heykeli var. Yolun karşısında ise ünlü opera sanatçıları Jokai’nin…

10.15’te Andrassy Caddesi’ndeki Opera Binası’ndaydım. Opera Binası caddenin büyüklüğüne ve genişliğine yaraşır bir bina. Giriş holü de güzel. Zaten bir tek bu girişi ve operashopu görebiliyorsunuz. Her gün 15.00-16.00’da iki aryadan oluşan kısa konserler oluyormuş ve tabii ancak o şekilde opera salonunu görebilme fırsatı buluyorsunuz. Binanın girişinin bir yanında yine List’in bir heykeli var. İki taraftaki insan başlı sfenksler bana Mısır’ı hatırlattı.

Hemen Opera’nın karşı tarafından metroya bindim. Hösök Tere’ye yani Kahramanlar Meydanı’na gitmek için. Metroda 3 durağa kadar single bilet 300 HUF, 3’ten fazla olursa 350 HUF. Günlük veya 10 defalık kombine biletler de var. Bu biletler tram’da da geçerli.

10.45’te Kahramanlar Meydanı’ndaydım. Aynen fotoğraflardaki gibiydi. Karşına alınca sağda bir Art Galery, solda ise bir Modern Sanatlar Müzesi var. Macar kahramanları ise 11. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıla kadar kronolojik olarak soldan sağa sıralanmışlar.

Art Galery 1900 HUF’luk ücreti ile beni caydırdı. Zaten her yer sanat eseri dolu. Bu Budapeşte’ye ilk gelişim olduğundan etrafı görmek istiyorum.  Belki başka zaman daha uygun olur… Ama dışardaki kafede oturup bir kahve içtim. Sonra da hemen önünden kalkan küçük trene bindim. Yeni bir kale, park ve hayvanat bahçesi derken trenle yaklaşık 40 dakika kadar turladık.

Küçük trenden inip o trenden gördüğüm kaleye geçtim. Kalenin adı Vajdahunyad Casstle…Hollywood çizgi filmlerindeki kalelere benziyor. Masallardan çıkmış gelmiş gibi bir havası var.

Vajdahunyad Casttle (Vajdahunyad Kalesi)

Girişinde birileri değişik bir müzik aleti çalıyordu. Sesi hoşuma gitti. Kale kapısından girince solda ilginç bir şapel var. Yaklaşık 1 Euro’ya içini de dolaştım. Küçük bir yer ama görmeye değer.

Kale, Macar Tarım Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzenin giriş kapısının karşısında ürkütücü ama ilginç bir heykel var. Bir baba küçük kızını heykelin kucağına oturtmuş fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Ben de çektim. Sanırım izin aldım.

Müze fiyatı pahalıydı. O yüzden girmedim. Anlaşılan bugün müze havamda değilim. Onun yerine kalenin önündeki parkta fotoğraflar çekerek ve sonbahar yapraklarını çiğneyerek Kahramanlar Meydanı’na geri döndüm. Meydanın sağ çaprazındaki Buz Paten Sarayı olduğunu öğrendiğim güzel binanın meydan tarafındaki bölümü Turizm İnfo olarak düzenlenmiş: Tuvalet, wi-fi, desk, turistik broşürler vs. her şey var.

Buradan sonra sarı hatlı metrodan indiğim yerden tekrar sarı metroya binip Vörösmarty Utca durağında indim. House of Terror’e giderken hemen yanındaki Yunus Emre Enstitüsü’nü fark etmek hoş bir sürpriz oldu. Şöyle bir göz atmak ve kapıdan girerken karşılaştığım görevliyle çat pat birkaç kelimeyle de olsa Türkçe konuşmak güzeldi. Yunus Emre’nin şiiri beni tekrar dilime, evime götürdü. Sevgi şairinin adını alan bir enstitünün hemen yanında bir Terör Müzesi olması da hayatın cilvelerinden biri olsa gerek.

2000 HUF ödediğim Terör Evi'ne giriş biletinin üzerinde “saat 13.20” yazıyordu. 1.5 saat kaldığım ve hızlı hızlı gezdiğim bu yerde devlet terörünün farklı boyutlarının izlerini gördüm. Hüzünlendirici ve korkutucuydu. Dillerini anlamasam da kurbanların seslerinden yaşadıkları acıları anlayabiliyordum. Duygusal olarak yorucuydu bu deneyim… O soğuk hücreler ve acı dolu sesleri sanırım hayatım boyunca unutmayacağım.

Oradan hızla ayrılıp bir durak yürüyerek Oktogan Durağı'na geldim. Trama atlayıp Margit Köprüsü çıkışında indim. Köprü çıkışından biraz ilerleyip sağa döndüm. Cadde üzerindeki bir self servis Çin lokantasından pilav ve sebze tabağı aldım. Açlık yok. Gül Baba’ya tok gidelim. Sora sora Gül Baba Türbesi’ni buldum. Arnavut kaldırımlı yolu yokuştu. Sokağın adı elbette Gül Baba Utca…

Sokağı biraz çıkınca demir parmaklıkla çevrilmiş yüksek bir yerde gördüğüm insanlara seslenerek hemen yolun solundaki herhangi bir tabela vs. olmayan merdivenleri işaret edip “türbeye buradan çıkıp çıkamayacağımı “ sordum. Olumlu yanıt üzerine tırabzanlara tutuna tutuna türbeye çıktım. Ama kapalıydı. 2017 yılına kadar restorasyondaymış. Girişteki heykelinin fotoğrafını çektim.

Türbenin etrafında dolaşıp birkaç fotoğraf çekerek oradan ayrıldım. Aynı yoldan Margit Köprüsü’nden adaya çıktım. Saat 16.15 idi ve hava kararmaya başlamıştı. Biraz yürüdüm ve sonra nehir kıyısında biraz dinlendim. Sorum üzerine birileri “ancak Margit Köprüsü’nde bir taksi bulabileceğimi” belirtti. Mecburen tekrar yavaş yavaş geri yürümeye başladım. 26 numaralı otobüs geçiyordu ama tam ben durağa yaklaşırken kalktı. Adanın içerilerine fazla ilerlememiş olduğumdan ben de otobüs ve taksi çabamdan vazgeçtim.

Köprüye doğru yürürken gördüğüm tabeladan Ada hakkında bazı bilgiler edindim. Adanın etrafı toplam 5.5 kilometre imiş. Her türlü kültürel faaliyet ve spor faaliyeti için olanaklar mevcut. Girişte solda bir atletizm sahası var. Sonra bir olimpik yüzme havuzu… Ayrıca açık tiyatro, birçok çeşme ve bir kilise de var adada. Hatta bir otel bile varmış. Ayrıca etrafında bir yürüyüş ve Koşuyolu da görülüyor. Her tarafı ağaçlarla çevrili. Kim bilir baharda ne güzel olur buralar… Kısacası sokak pateni yapan gençler, yürüyüş yapanlar, koşanlar ve yüzenlerle tam bir doğa ve spor adası burası…

Margaret Adası'ndan

Bir yerlerden haşlanmış mısır aldım. Yavaş yavaş adadan ayrılarak ve son olarak Margit Köprüsü’nde birkaç kare fotoğraf çekerek Parlamento Binası’na yöneldim. Onca yorgunluğa rağmen yaklaşık 1 kilometre daha yürüyerek Parlamento Binası’na ulaştım ve saat 18.05’i gösteriyordu.

Parlamento Binası yakından daha da etkileyici geldi. İnce ince işlenmiş detaylarla başımı döndürdü. Çok güzel bir bina gerçekten. Gece ışıklandırması ile daha da muhteşem görünüyordu. Fotoğraflar çektikten sonra önünde, nehir kıyısında bir banka oturup dinlendim. Ardından “ayakkabılar”ı kaçırmamak için yavaş yavaş Zincirli Köprü’ ye doğru yürüdüm.

“Ayakkabıları” bulduğumda saat 18.40’tı. Nehir kıyısına yerleştirilmişler. Sanki sahipleri çıkarıp nehre atlamış gibi… Yanlış bilmiyorsam 1. Dünya Savaşı’nda ölenleri temsil ediyormuş. Kiminin içine mumlar yerleştirilmiş kimilerinin içinde çiçekler, güller… İlginç ama hüzün verici…

Oradan yine kıyıdaki banklarda dinlene dinlene gece yemekli tekne turu bakındım. Legend firmasını bulduğumda saat 19.45’ti. Saat 20.00’de başlayacak bir tur varmış. Ama yemeklisi pahalı geldi. Sadece tur ve bir içkiden oluşan paket ise 4400 HUF idi. Tur yaklaşık 50 dakika sürdü. Zincirli Köprü’nün hemen biraz aşağısındaki iskelesinden kalkıp önce güneye yöneldi ki ben o bölgeye hiç geçmemiştim daha. Elizabeth Köprüsü, Özgürlük Köprüsü derken sağlı sollu önemli binalar, Gellert Otel ve banyoları, önemli akademiler, adını unuttuğum bir köprü derken gösteri ve sanat merkezleri, Büyük Pazar vs. derken tekrar Zincirli Köprü ve kuzeye yöneldik. Margit Köprüsü’nden geri döndük. Kulaklıkla Türk müzikleriyle başlayıp şiirsel bir anlatımla devam eden Türkçe rehberlik hoşuma gitti. Açıkta biraz üşüsem de bol bol fotoğraf çekmiş oldum.

20.50’de tekneden inip yine Zincirli Köprü yönünde yürümeye başladım. Royal Opera Binası güzelliğiyle dikkatimi çekti. İçeri bir göz atayım derken güvenlik görevlisi “kapalı” diye uyardı. Bunun üzerine hemen çıkıp sağ yandaki restoranda yöneldim. Oradan da güzel müzik sesleri geliyordu. Tekne turunda bayağı üşüdüğümden içerde oturmayı tercih ettim ve hemen gulaş çorba siparişimi verdim. Güzel müzikler eşliğinde akşam yemeğimi yiyip dinlendikten sonra bir gezi gününü noktaladım.

Dördüncü Gün

Bugün oldukça geç kalktım. Yarın için Airport Shuttle’a telefon ettik. Hostel’dan çıktığımda saat 11.00’ı geçiyordu. Andrassy Caddesi’ndeki Kafe Müvesz’de güzel bir kahvaltıdan sonra yine cadde üzerinde olduğu bilgisini aldığım Kitap Kafe’yi (Lotz Terem) araştırmaya başladım. Kafeyi buldum. Ama kapalıydı! Çünkü bugün Pazar… Lotz Terem Opera’yı geçince hemen Operanın karşı tarafında. Dikkat çekici, değişik bir binası var. İçinde yürüyen merdivenler ve kafeterya olan kocaman bir kitapçı…

Lotz Terem’den sonra yine Oktogan Durağı'ndan sarıtrama atlayıp hosteldaki resepsiyonist kızın tarifi ile Corvin-Negyed durağında indim. İndiğim yerden geliş yönüme doğru geri yürüyüp Prater Utca’yı buldum. Tam bir ara “burayı dönünce karşıma çıkıvereceklermiş” gibi diye düşünürken hemen dönüverince karşıma çıktılar gerçekten.

Adeta beni çocukluğuma geri götürdüler. Çocukça bir mutluluk duydum. Fotoğraflarını çekmeye doyamadım Pal Sokağı Çocukları'nın… Prater Utca’dan tekrar tram caddesi olan Jozsef Körüt’e çıktım. Baross Sokağı'ndan nehir yönüne doğru ilerleyip Szertkralyı Utca’ya döndüm. Birkaç blok ilerleyip yine nehir yönüne Museum Utca’ya geçtim. Hedef National Museum’u gezmek. Müzenin girişi Museum Körüt’te…

Buraya gelene kadar ara sokaklarda yaptığım yürüyüş ve gördüğüm sivil mimari örnekleri hoşuma gitti. National Museum’un önden fotoğraflarını çekip bilet sırasına yöneldim.

1600 HUF’a aldığım bilette saat 13.10 yazıyordu. Burada iki saate yakın vakit geçirdim.Girişin bir altında Roma taşları vardı. Tuna Nehri’nin Roma İmparatorluğu’nun sınırı olduğunu ve o zamanlar Macaristan’ın adının Pannonia olduğunu öğrendim. Zemindeki mozaik ilgi çekiciydi. Oldukça büyük ve sağlam durumdaydı. Zemin katta da yine Macaristan’ın erken tarihine ilişkin buluntular vardı.

Asıl önemlisi 1. kattı. Çünkü 1000’li yıllardan günümüze kadar tarihsel olarak bölümlere ayrılmış.1 kata çıkarken merdivenlerin iki tarafına ve tavana harika resimler çizilmiş. Merdivenlerden çıkınca girdiğim yuvarlak salonun sağındaki kapı Macaristan tarihinin bir bölümüne sol kapı kalan diğer bölüme açılıyor ve her bir bölümde kronolojik olarak oda oda düzenlenmiş. Objeler, tarihi materyaller, halılar, savunma malzemeleri, kostümler yok yok…

20. yüzyılda materyallerin daha da çeşitlendiği ve renklendiği görülüyor. Tüm bu bölümler ve içindeki materyaller ve bilgiler sizi Macaristan tarihinde bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuk ortalama 2,5 saat sürüyormuş. Tabii her bir objeyi detaylı inceler ve her açıklamayı okursanız bu süre uzayabilir. Benim hızlandırılmış turum yaklaşık iki saat sürdü. 14.50’de müzeden çıktım. Müze girişinin sol çaprazındaki meydandan geçtiğim cadde beni 19. yüzyılda açılmış ve hala faaliyette olan Büyük Pazar’a götürecek. Ama kapalı… Bugün Pazar… 2. hayal kırıklığım. Binayı dışardan fotoğraflayıp kapısından camlı bölmeden içeri şöyle bir göz atıp Özgürlük Köprüsü'ne yöneldim.

Aheste aheste Liberte Köprüsü’nden geçtim. Hava güzeldi. Üşümedim. Orada olmaktan mutluydum. Birkaç fotoğraf çektim. 15.30’da beni Gellert Tepesi’ne çıkaracak yoldaydım. Tepenin etrafı park olarak düzenlenmiş. Yollar, merdivenler ve köşelerde manzaraya karşı yerleştirilmiş banklarla güzel düzenlenmişti. Yavaş yavaş tepeye tırmandım. Tam günbatımı zamanıydı. Planladığım gibi günbatımında Gellert Tepesi ve Özgürlük Heykeli’ndeydim. Oldukça kalabalıktı. Onlarla birlikte manzaranın ve günbatımının tadını çıkardım ben de… Sembolik Citadelle’in etrafında kısa bir yürüyüş bile yaptım. Özgürlük Heykeli ve iki yanındaki diğer heykellerin enine boyuna fotoğraflarını çektim.

Tepenin altındaki park girişinin sağ tarafındaki mağara kiliseye geldiğimde saat 17.00’ydi. Normalde biletle girilen kiliseye bugün Pazar olduğundan biletsiz girebildim. 15 dakika kadar Pazar ayinini izledim. Kendimi Antakya St. Pierre ya da Kapadokya’da gibi hissettim. İnsanlar samimi bir sessizlik içindeydiler. Ben de onlarla birlikte dua ettim.  Sonra sessizce dışarı çıktım ve birkaç fotoğraf çektim.

Ardından hemen karşısındaki Gellert Hotel’e hamam fiyatını öğrenmek için girdim. Oldukça pahalıydı. Gerekli malzemeler için bana 47 EUR fiyat çıkardı ve üstelik bana özel indirimli… Bir de üstüne 17-18 Euro havuz vs. kullanım ücreti. Gellert Bath’a  elveda deyip yeniden Özgürlük Köprüsü’ne yöneldim.

Ben bu tepelerden ve köprülerden Budapeşte’yi seyretmeye doyamadım. Köprü çıkışından sola meşhur alışveriş caddesi Vaci Utca’ya yöneldim. Yemek için birkaç yere bakıp hemen girişte sağdaki Etlap’ta yemeğe karar verdim. Pek tabii Gulaş çorbası… 2 Gulaş ve sıcak şarap bana 2200 HUF’a patladı. Ama atmosferi güzeldi. Garsonları kibardı. Hoş bir Pazar havasında insanlar da dingin ve huzurlu görünüyordu. Medeni bir toplum. Çok hoşlar. Ne kasıntı bir tutum, ne rahatsız edici bakışlar… Herkes birbirine saygılı görünüyor ve ne zaman yardıma ihtiyacın olsa yardıma hazırlar. Çok hoşuma gitti tutumları. Hiçbir şeyi hiç kimseyi takmayan ama kendi değerlerine de sahip çıkan…

18.40- Yemekten sonra Vaci Utca’da turlama. St. Michael Kilisesi’nde birkaç dakika org dinledim. Birkaç fotoğraftan sonra kiliseden çıktım. Birkaç blok sonra Elizabeth Köprüsü’ne yöneldim. Bu asma köprüde diğerleri kadar güzel… Amacım karşı yakada köprü çıkışında bulunan Rudas Bath’a gitmek. Gişedeki görevlilerle konuşup bilgiler aldıktan sonra mayo, havlu benzeri scheet yani peştamal için depozito ve havuz ücreti olarak 3900 HUF ödedim. Bu Wellness paketi imiş. Gerçekten de “wellness” oldu. Kendimi oldukça iyi hissettim. Saat 20.00’den 22.00’a kadar vaktin ne çabuk geçtiğini anlamadım.

Rudas Bath’dan çıktığımda saat 22.10’du ve dışarda bir taksi bekliyordu. Ama üşümediğimden taksiye binmeyip tekrar Elisabeth Köprüsü’ne yöneldim. Köprüden geçip Vaci Utca yoluyla Vörösmarty Ter’deki Gerbaud Kafe idi bu kez hedefim. Bu kafenin methini Çok Gezenler Kulübü’nde okumuştum. Ama her ne olduysa kafe 2. Gelişimde de kapalıydı. Hâlbuki kapısında gece 23.00’te kapandığı yazıyordu. Ne yapalım kısmet değilmiş. Vörösmarty’den Josept Attila’ya geçtim. Dönme dolabın yanındaki cadde de iki parti otobüsü duruyordu. Gençler inmiş kimi sigara içiyor kimi içki alma derdinde. Otobüste parti müzikleri bangır bangır… İlginçti. Parti otobüsü olayını da gözlemlemiş olduk.

Oradan St. Stefan’a geçip gece çekimi yaptım ve oradaki Divino’da bir kadeh Tokaji ile geceyi sonlandırmış oldum. Yarın ise bu güzel şehirle vedalaşma zamanı…

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı