Biz her ne kadar Türkiye aşığı olsak ve yerimizden hiç kımıldamaya niyetli olmasak da son yıllarda pek çok tanıdık, eş, dost kendisine yeni bir dünya kurmak üzere arayışa başladı. Kimi Amerika, Kanada, Avustralya gibi Yeni Dünya’nın dev ülkelerine gözünü dikti. Kimi ise biraz daha yakınlara, Avrupa’ya. Biraz da dünyayı sıkça gezdiğimizden olsa gerek son yıllarda “Şu şehirde yaşanır mı?”, “Burada hayat kursak nasıl olur?” gibi çok fazla soru alır olduk.
Yanıtlaması kolay bir soru olmadığı kesin. Yeni bir ülkeye gidip de yeni bir hayat kurmak, hele de bunları belli bir yaştan sonra yapmak oldukça zorlu bir süreç. İşte burada herkesin kendisine uyan tarzda bir şehir (ve tabii ülke) seçmesinde fayda var. Yaşamak için çoğu kimsenin hemen aklına gelmeyecek iyi bir alternatiften bahsetmek istiyoruz bu yazıda: Budapeşte. Hatta sonunda size bir pratik önerimiz bile olacak.
Avrupa’nın pek çok şehrinde, örneğin Almanya’nın sanayileşmiş kentlerinde her şeyin yolunda gittiği bir hayat kurmak çok mümkün. Ancak o hayatın bir miktar soğuk geçmesi, şehrin pek keyif vermemesi de mümkün. Budapeşte ise CNN ve Conde Nast Traveler tarafından “Dünyanın en yaşanır şehirleri” listesinde 1 numarada geçen, bu bahsettiğimiz bakış açısından dengesi çok iyi bir şehir. Financial Times da Budapeşte’yi “Geleceğin Avrupa Şehirleri” arasında 1 numaraya yerleştiriyor. “Avrupa’nın yatırıma en uygun şehirleri” listesinde ise 5 numaraya. Peki neden Budapeşte? İşte bu sorunun cevabının altında hem bu şehrin müthiş dokusu, hem de bir turist gözüyle şehre bakış yatıyor.
Orta Avrupa’nın kalbinde dolanan Tuna Nehri’nin ikiye böldüğü ışıltılı şehir Budapeşte. Nehrin batısında kalan şehir, Buda ve Peşte olarak ikiye ayrılıyor. Her ayrılık hüzünlü olacak değil ya, bu kez ayrılıktan güzel mi güzel iki bölge çıkmış gezginlerin şansına. Bu iki güzel, farklı özellikleriyle büyülüyor ziyaretçilerini. Buda kısmı daha ağırbaşlı, sessiz sakinken Peşte kısmı modern ve canlı. Buda daha çok şehrin köklü tarihinin taşıyıcısı, Peşte ise iş yaşamının ve eğlencenin cazibe merkezi durumunda. Aslında şehri ikiye ayıran nehir, Buda ve Peşte’nin ruhlarını değil, fiziki görünümlerini de etkilemiş. Buda ne kadar dağlık, tepelikse Peşte de bir o kadar inişsiz çıkışsız, engebesiz.
Budapeşte ne kadar gezilse bıkılmayacak şehirlerden. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel. Gece demişken bu şehrin ışıklandırması “Işıklar Şehri Paris”le yarışır, hatta bize kalırsa geçer de. Tabii bunda her biri çok özel mimariye sahip köprülerin ve köprü ışıklarının dans ettiği nehir sularının (Yine Tuna Nehri! Nehrin büyüsünden çıkmak zor) rolü büyük. Buda ile Peşte birbirine tam 9 köprüyle bağlanıyor. Zincirli Köprü, herkesin olduğu gibi bizim de favorimiz. Ama Avrupa’nın Kraliçesi Budapeşte’yi özel kılan tek sebep, gece ışıklandırılan köprülerin sudaki romantik yansımaları değil elbette.
Birçok defa gelip dönüş vakti yaklaştığında “Bir daha ne zaman geliriz?” diye gözümüzün arkada kalmasının birçok sebebi var. Bir kere çok rahat gezilen bir şehir. Bir şehri karış karış gezmeden içi rahat etmeyenler için ulaşım kolaylığının önemi büyüktür. İşte Budapeşte de ulaşım hattının çok organize ve bol seçenekli olmasıyla insanı yormuyor. Metro, tren, tramvay, otobüs… Mutlaka bir ya da birkaç alternatifle karşı karşıya oluyorsunuz, üstelik neredeyse 24 saat. Bu anlamda Budapeşte’nin gelişmiş ulaşım ağına şapka çıkarıyoruz.
Bir diğer sebep de şehrin özellikle Peşte bölümünün çok canlı, sürekli kendini yenileyen ve sürprizleri hiç bitmeyen bir yapıda olması. İkinci kez geldiğinizde size artık yeni bir şey vaat etmeyen şehirler vardır, hatta Avrupa için “bir iki şehri gördün mü diğerleri de aynıdır zaten, aynı meydan, aynı tarihi yapılar, kiliseler vs…” derler ya, işte Budapeşte için tüm bunları unutun! Açıkçası defalarca gezseniz de sürprizlerini koruyacak bir yapıya sahip olmasının ötesinde “burada yaşanır” dedirten, özel bir ruhu var bu şehrin. Neymiş peki bu “özel ruh” dediğimiz şey? Şehirde olduğumuz her an hissettiğimiz bu ruhu size biraz aktarmaya çalışayım.
Tarih Kokan Buda Tepelerinde Bir Gün
Konaklama tercihimizi Peşte tarafından kullansak da farklı bir rota belirlemeyi çekti canımız ve şehri gezmeye Buda’dan başladık. Bu noktada kullandığımız yol gayet pratik, tramvayla Zincirli Köprü’ye geldik, köprüyü yürüdük ve işte, Buda’dayız. Aslında 19. Yüzyıla kadar şehrin merkezi Buda tarafındaymış, sonra bu özelliğini Peşte’ye kaptırmış ama burası da tarih kokan havası ve eşsiz manzaralar sunduğu tepeleriyle halen çok güzel. Bu bölgedeki Gellert Tepesi ve Kale Tepesi şehrin en güzel, en romantik manzaralarını seyretmek için birebir. Dahası Unesco Dünya Kültür Mirasları listesinde yer alan Balıkçılar Burcu, Kraliyet Sarayı, Matthias Kilisesi ve Buda Kalesi de bu tepede. Anlayacağınız tepenin üstü de manzarası kadar hayranlık uyandırıcı. Buda kısmını gezmeyi bir güne sığdırmak zor ama çok erken saatte yollara düşmeyi göze alır ve City Bus, füniküler gibi nimetlerden faydalanırsanız belli başlı birçok yeri gezerek otelinize dönebilirsiniz. Buda’da elbette sadece bu iki tepe ve üstündeki yapılar bulunmuyor, yine de Buda’ya ayırdığınız günü Gellert Tepesi ve Kale Tepesi gibi iki ana bölüme bölmek pratik olacaktır. Tepeleri gezerken her biri ayrı bir harika olan heykelleri incelemeyi ihmal etmiyoruz tabii. Favorimiz Kraliyet Sarayı’nın hemen arkasındaki Balık Tutan Çocuklar Heykeli.
Şehrin sürprizleri bitmiyor demiştik, Buda Tepesi’ndeki yeraltı labirentleri tam da sözümüzün karşılığı. Matthias Kilisesi’ne varmadan Uri Utca (Uri Caddesi) 9 numarada, dar ve karanlık merdivenlerden korkusuzca aşağı inince gizem dolu bir labirente çıkıyoruz. Burası oldukça heyecan verici. Bir diğer gizemli yerse esasen bir müze ve rehberle geziliyor; “Kaya İçerisindeki Nükleer Sığınak Hastanesi”. Burası da yerin altında sizi hayrete düşürmek için hazır bekliyor.Tepelerin üstü, yerin altı derken tekrar zirveye çıkıp bu kez Szabadság Szobor yani Özgürlük Heykeli’ni seyre dalıyoruz.
Buda tarafında daha gezilecek çok yer, oturup yeme-içmenin tadına varılacak bir çok mekan olsa da bu kadar yeter diyoruz ve yarın şehrin yeni merkezi Peşte’yle devam etmek üzere otelimize dönüyoruz.
Gelelim Gezimizin Başrolündeki Peşte’ye…
Peşte, şehre sadece eğlence, modern bir yüz ya da dinamizm katmıyor. İş yaşamının kalbi de burada atıyor. Üstelik Peşte’nin etkisi yalnız Budapeşte ya da Macaristan’la sınırlı değil.Budapeşte’nin Financial Times’ın “Geleceğin Avrupa Şehirleri” listesinde 1 numarada olması, çok büyük oranda Peşte kısmının başarısı. Budapeşte aynı zamanda Avrupa’nın “Yatırıma En Uygun Şehirleri” (Most Business Friendly Cities) arasında 5 numarada. Tabii ki bu başarıda tesadüfün rolü yok… İşin sırrı Peşte’nin birçok Avrupa ülkesini kıskandıracak gelişmişlikteki altyapısı, güçlü ulaşım ağı, temiz, yeşil, güvenli, düzenli, canlı bir bölge olmasında. Biliyoruz, çok şey sıraladık arka arkaya ama gerçekten örnek alınası (darısı başımıza) bir özenle karşı karşıyayız. Güçlü bir şahidimiz de var; Budapeşte CNN ve Conde Nast Traveller’ın “Dünyanın En Yaşanır Şehirleri” listesinde 2 numarada.
Peşte’de birçok ışıltılı cadde var, Vaci Caddesi’yle başlıyoruz gezimize. Biraz modern şehrin nimetlerinden faydalanmak, dilediğimizce alışveriş yapmak niyetindeyiz, bu nedenle vitrin baka baka, salına salına yürüyoruz. Yoruldukça Vaci Caddesi üzerindeki güzelim kafelerden birinde mola veriyoruz. Bu cadde bizim İstiklal Caddesi’ni andırıyor. Her yerin İstiklal Caddesi’ni arayan bünyelere ilaç gibi gelecek yer burası yani. Biraz da Macaristan’a özgü baharatlar almak için Market Hall’u geziniyoruz. Bu kadar alışveriş yeter. Trafiğe kapalı, birbirine bağlanan caddeler özellikle çocuklu aileler için büyük kolaylık. Alışveriş yapmak, sosyalleşmek ya da ailece güzel bir gün geçirmek isteyenler için Peşte bölümünde daha pek çok yer var. Andrassy Caddesi örneğin. Cadde hem kendi başına turistlerin cazibe merkezi hem de bir ucunda Opera Binası, diğer ucunda Kahramanlar Meydanı olmasıyla neredeyse mecburi bir rota. Keşke her mecburiyet bu güzel caddeyi bir uçtan diğer uca gezmek kadar zevkli olsa diyoruz ve gezi rotasının olmazsa olmazı Kahramanlar Meydanı’na geçiyoruz şimdi de. Burası o kadar güzel düzenlenmiş bir yer ki, meydanda yan yana dizilmiş, gelmiş geçmiş tüm Macar krallarına ait heykeller öyle görkemli ki insan tüm gününü burada geçirse pişman olmaz.
Tabii biz yine de kendimizi tutuyoruz ve meydanda makul sayılacak bir vakit geçirdikten sonra biraz soluklanmak için meşhur New York Cafe’ye kuruluyoruz. 1894 yılında yapılmış bu kafe turistlerin ve Peşte sakinlerinin gözbebeği, içeri girince dekorasyonu ve ürünlerinin lezzetiyle “nasıl olmasın ki?” dedirtiyor zaten.
Peşte, yeme-içmenin de başkenti aslında. Macar kültürü gibi yemeklerine de pek yabancı değiliz, Osmanlı dokunuşu hissediliyor. Tabii ilk sırada meşhur Gulaş çorbası var, ki doyurucu olması ve Türk damak tadına yakınlığıyla genelde favorimiz. Balık çorbası ve fasulye çorbası diyebileceğimiz Jökei, çorba severler için diğer alternatifler. Bir çeşit sebze yemeği olan Fözelek (bu isimleri kulağa garip gelen yemekleri sipariş etmesi çok eğlenceli), bildiğimizden biraz farklı da olsa beğendiğimiz lahana sarması Töltött Káposzta, (söylenişi nasıl da kapuska gibi, değil mi?) da tavsiye edeceklerimiz arasında. Peşte’de çok şık restoranlar ve kafeler var. Bazıları saray yavrusu gerçekten de. Fiyatlar bir Avrupa şehri için makul. Tabii sadece Macar yemekleri değil, bir metropole yakışır şekilde dünya mutfağından da ne ararsanız mevcut. Bölgenin yeme-içme seçeneklerindeki performansı Budapeşte’nin “en yaşanılası ikinci şehir” ünvanına leke sürmüyor diyebiliriz.
Yemeğimizi yiyip yollara düşüyoruz yine. Gez gez bitmeyen Peşte’de sırada Parlamento Binası ve St. Stephan’s Bazilikası var. Peşte’de caddeler öyle akıl çelici ki genelde iç mekanda vakit geçirmemiz gereken yerleri şöyle bir gezip, müzeleri de bu seferlik pas geçip kendimizi daha çok sokaklara, her an capcanlı ve gönül çelici bu kentin ruhunu solumaya bırakıyoruz. İtiraf edelim aklımızda istediğimiz kadar yürüyelim nasılsa kendimizi sıcacık sulara bırakına tüm yorgunluğumuz geçecek hain planı var. Sıcak sular derken elbette Budapeşte’nin alamet-i farikası termal havuzları kast ediyoruz. Osmanlı kültürünün armağanı hamam ve termal banyo, “Hamamlar şehri” Budapeşte’de çok popüler. Biz bu bol yürüyüşlü ve alışverişli günün yorgunluğunu atmak için Szechenyi Termal Hamamı’nı seçtik ve tam anlamıyla gezmekten yorgun düşmüş bedenimizin her hücresi bayram etti.
Biz bu seferlik belli başlı gezilecek yerlerin ardından daha önce girmediğimiz sokakları keşfetmeye, yeni rotalar çizmeye, eh biraz da termal havuzda rahatlamaya vakit ayırdık ama ilk kez geliyorsanız suya bırakılmış bir yaprağı andıran zarif Margaret Adası’nı ziyaret etmeyi ıskalamayın.
Budapeşte’nin Neresinde Yaşanır?
Peki şehir bir harika, sanırım siz de aynı fikirdesiniz. Gelelim asıl konumuza... Budapeşte’de yaşamaya karar verdiniz, ne yapmalı?
Her şeyden önce şehrin hangi kısmında yaşayacağınıza karar vermelisiniz. Kimisine tarihi kısmın tam göbeğinde oturmak, örneğin Buda’da merkezi bir konuma yerleşmek mantıklı gelebilir. Ancak Türkiye’de hayatını geçirmiş bir kişi olarak Avrupa’nın ev standartlarından mutlu olmayabileceğinizi belirtmemiz gerek. Budapeşte oldukça eski bir şehir, tarihi kısmı gezmek için ne kadar güzel olsa da içerisinde yaşamak dediğinizde biraz altyapı sıkıntıları yaşayabilirsiniz.
Peşte’de doğru bir yerleşim seçeneği, bizim tavsiye edeceğimiz kısım olacak. Budapeşte de pek çok şehir gibi bölgelere ayrılmış durumda. Demiştik ya “size pratik bir tavsiyemiz de olacak” diye. Budapeşte'ye yerleşmek istiyorsanız, önerimiz Budapeşte’nin modern yüzü Peşte bölümünde, iş merkezlerinin olduğu caddelere oldukça yakın, içerisinde hem lüks yerleşimler, hem de yeşil alanları bolca barındıran yaşam alanlarını değerlendirmeniz yönünde olacaktır. Bu bölgede ev satın almak, oturmak için güzel bir ortam olduğu kadar yatırım için de doğru bir karar olacaktır.
Eğer gözünüz kendinize hayatınızı baştan kurmak üzere yeni bir şehir arıyorsanız, Budapeşte gerçekten bizce iyi bir alternatif olabilir. Nerede yaşarsanız yaşayın, mutlu ve huzurlu bir hayatınız olsun. Sevgiler!