Kapadokya Türkiye’nin en ilginç seyahat rotası. Aynı zamanda en popüler rotalardan biri. Eğer yabancı birisi size “Türkiye’de tek bir şansım var, nereyi gezeyim?” diye sorarsa ona vereceğiniz en iyi tavsiye (tabi ki İstanbul’a gezdikten sonra) Kapadokya olacaktır.
Yurdumuzun, belki de dünyanın, en ilginç yeryüzü şekillerinden tutun da tarihine kadar eşsiz değerleri olan bu bölgeyle ilgili hep duyduğunuz bir şeydir isminin anlamı... “Güzel Atlar Diyarı” anlamına geldiği söylenir Kapadokya kelimesinin. Bu ismin kökeni ise Farsça. Kapadokya tarihi kayıtlarda ilk olarak M.Ö. 6. yüzyılda bir Pers İmparatorluğu şehri olarak geçtiği için bu ismin de o dönemde kalma olasılığı yüksek görülüyor.
Kapadokya gerçekten de Türkiye’nin en önemli turistik bölgelerinden biri. Sabah uyanıp da sokağa çıktığınızda kendini bir film sahnesinde hissediyorsunuz, doğa işte o kadar enteresan. Nevşehir, Aksaray, Kayseri ve Niğde’ye yayılan bu bölgeyle ilgili gerek gezginler arasında, gerekse de popüler kültürün diğer mecralarında o kadar çok yazıldı ve çizildi ki ben size artık sıradanlaşmış özelliklerini anlatmayı gereksiz görüyorum. Burada biraz kendimce yorumladığım bir Kapadokya’da bir haftasonu rehberi vereceğim.
Öncelikle Kapadokya’ya ulaşımdan bahsetmek gerek. Bölgeye karadan ulaşabileceğiniz gibi Nevşehir ya da Kayseri havaalanlarını kullanabilirsiniz de. Kapadokya’da kalmak için muhtemel tercihinizin Göreme, Ürgüp ya da Uçhisar’dan biri olduğu düşünülürse havaalanından otele yolunuz Nevşehir için 40 km, Kayseri için 80 km olacaktır. Uçak fiyatlarını da göz önünde bulundurarak uçuş tercihi yapabilirsiniz. Bir çok otel zaten sizi havaalanından servisle aldıracağı için iki havaalanı arasında büyük bir fark olmayacaktır. Nevşehir-Göreme arası arabayla 20 dakika kadar sürerken, Kayseri-Göreme arası 45 dakika kadar düşünülmeli. Eğer otelle servis şansınız yoksa bile havalimanı servisleri arasında büyük bir ücret farkı yok.Konaklama tercihi olarak dediğim gibi Göreme, Ürgüp ya da Uçhisar’dan birini tercih edebilirsiniz. Ürgüp en hareketli bölge. Akşam yemeği ve gece dışarı çıkıp müzikli eğlence yerlerinde zaman geçirmek isterseniz Ürgüp en iyi tercih olur. Göreme ise biraz daha kompakt, şirin bir kasaba. Avantajı ören yerlerine biraz daha yakın olması. Burada da restoran ve gece hayatı seçenekleri var ama Ürgüp kadar fazla değil. Gerçi ne Ürgüp, ne de Göreme’de bir büyük şehir ya da sahil beldesi renkliliğini bulamazsınız gece hayatında, o yüzden söylediğim farkı çok büyük zannetmeyin. Bence otelinizin güzel olmasına odaklanın.
Biz tercihimizi Uçhisar’daki Museum Hotel’den yana kullandık.
Eğer araba kiraladıysanız ya da sizi herhangi bir bölgeden alacak bir gün içi ulaşım imkanınız varsa Uçhisar ciddi olarak iyi bir alternatif. Yerleşim yerinin içerisinde çok fazla bir hareketlilik yok (bunun için çok yakındaki Göreme’ye gitmelisiniz). Ancak Uçhisar’ın manzaraları müthiş. Keza Museum Hotel’in de en büyük avantajlarından birisi muhteşem manzarası. Uçhisar Kalesi’yle neredeyse aynı yükseklikten tüm Kapadokya’yı panoramik izleyebileceğiniz bir noktadan kahvaltı etmek ya da sabah kahvenizi Museum Hotel’in müthiş teraslarına zevklice yerleştirilmiş koltuklarında yudumlamak paha biçilmez bir fark yaratıyor.
İsminden de tahmin edebileceğiniz gibi Museum Hotel gerçek bir müze otel. Yalnızca oda dekorasyonu değil, yemek salonu ve holdeki atmosfer de size bir otelden ziyade tarihin derinliklerinde yaşadığınızı, adeta geçmişe dönüp bölgenin aristokrat bir ailesinin evinde misafir olarak kaldığınızı hissettiriyor.
Otelin kaya içine ve geleneksel taşla dekore edilmiş 30 adet odası bulunuyor. Enfes banyo tasarımlarından, ışıklandırmasına; mağara içi havasından antika ya da buna uyumlu malzemelerle yapılmış dekorasyonuna kadar hiçbir detay atlanmadan eşsiz bir otel ortaya çıkarılmış.
İlk restorasyon 1998’de başlamış, 2002 yılında ise otel hizmete açılmış. Bizi en çok etkileyen detayları muhteşem manzaralı terası, enfes çeşitleriyle zengin kahvaltısı ve odalardaki birinden kırmızı, diğerinden beyaz şarap akan kurnalı antika musluklarıydı. Museum Hotel gerçekten eşsiz bir deneyim.
Dediğim gibi Kapadokya’ya eğer turla değil de kendi başınıza geldiyseniz gün içindeki ulaşımınızı iyi planlamanız gerekiyor. Çünkü Kapadokya birbirine mesafeli bir kaç tane yerleşim bölgesinden oluşuyor ve ören yerlerinin arasında gidip gelmek için de araca ihtiyacınız olacak. Otelinizden günübirlik turlar ayarlayabileceğiniz gibi bizim yaptığımızı yapıp bir araba kiralayarak kendiniz de keşfe çıkabilirsiniz.
Size bir çok Kapadokya Gezi Rehberi şu gezilecek yerleri ve fazlasını önerecektir: Göreme Açıkhava Müzesi, Kaymaklı ve Derinkuyu başta olmak üzere yeraltı şehirleri, Ihlara Vadisi, Uçhisar Kalesi, Paşabağ, Avanos, Manastır Vadisi (Güzelyurt), Güvercinlik ve Dervent. Detaylara girmeyi düşünmüyorum çünkü çok daha fazlasını rehberlerde bulabilirsiniz ama ben kısa kısa geçeceğim ve kişisel yorumlarımı ekleyeceğim.
Öncelikle Göreme Açıkhava Müzesi’ni mutlaka ama mutlaka gezin.
Tek bir ören yerinin içerisinde kayalara oyulmuş 30’dan fazla kilise ve şapel göreceksiniz. Özellikle Hristiyanlığın ilk dönemlerine ait yapılar olduğu için ve bölgede dinin yayılmasıyla ilgili atılan adımları çok güzel canlandırdığı için atlanmaması gereken bir nokta. Burada beni üzen iki şey oldu. Birincisi giriş ücretinin çok düşük olması. Sakın bana kızmayın, “Ne yani fazla para mı vermemizi istiyorsun?” gibi şeyler söylemeyin. Avrupa’da gezdiğiniz önemli ya da önemsiz en küçük bir müze bile giriş parası olarak 10-15 euro para alırken Hristiyanlık tarihinin en önemli noktaları olan ve Türkiye turizminin en önemli değerlerinden olan bir parkın 5 euro gibi komik bir paraya ziyaret edilebilmesi bana ülkemiz turizmi açısından doğru gelmiyor. Halka sorarsanız bana bu yorumum yüzünden temiz bir dayak atmak isteyebilirler zira içerideki Karanlık Kilise’ye girmek için istenen ekstra 10 TL’lik parayı bile vermeyip bu muhteşem yapının içini görmemeyi tercih ediyor bu güzide halkımız. İnanmak gerçekten çok zor. Madem 10 TL’den sakınıyorsun, bu kadar yolu kalkıp niye geldin be adam?
Göreme Açıkhava Müzesi’nde beni üzen ikinci şey de paha biçilmez değerdeki o sanat eserlerine ve tarihi kalıntılara acımadan kazınmış yazılar ve şekiller oldu. Tuttuğu futbol takımının adı, içinde sevgilisiyle kendisinin isimlerinin yer aldığı bir kalp işareti veya askerlik tertip numarasını hiç acımadan 2bin yıllık ikonaların, fresklerin üzerine kazımış bu cahil insanlar. Geçenlerde Roma’da 1800 yıllık tarihi sütuna isim kazıyıp da ağır cezalar ödeyerek tüm dünya gündemine utançla düşen kişinin bizim vatandaşımız çıkmasını hatırlayıp iyice sinirleniyor insan.
Bir diğer önemli değer de Kapadokya Yeraltı Şehirleri. Kapadokya’da 150-200 kadar yeraltı şehri olduğu söyleniyor. Bunların her birini tek tek gezmek zaten mümkün değil ama bana sorarsanız 1 ya da 2 tanesini gezmek de yeterli çünkü aslında birbirilerine oldukça benziyorlar. Tercihiniz Kapadokya’daki en büyük yeraltı şehri Derinkuyu ya da ikinci en büyük şehir Kaymaklı olabilir.
Özellikle bölgede Hristiyanlığın yayılması sırasında yağmacılara ve Hristiyanlık karşıtı yönetimlere karşı durmak için kullanılan bu şehirlerde yaşam oldukça şaşırtıcı. Yerin altında tarım, hayvancılık, gündelik yaşantı, yemek pişirmek, şarap saklamak gibi pek çok fonksiyonu olan odacıklar göreceksiniz. En ilginç bulacaklarınızdan biri de büyükçe bir taştan tekerleği yuvarlamak suretiyle dışarıdan girilmesi mümkün olmayacak şekilde girişi kapatan kilit mekanizmaları.
Avanos’la ilgili ise gezginler için enteresan bir bilgi vereyim. Avanos Belediye Başkanı İsmet İnce Türkiye’nin sayılı gezginleri arasında. Bir çok ülke gezmiş, çeşitli gezi yazıları kendi kitabında ve başka yayınlarda çıkmış, tecrübeli bir gezgin ağabeyimiz başkan İsmet Bey. Aynı zamanda bütün Avanos’un da gönlünü kazanmış bu alçak gönüllü insan, kendisine “gezgin pideci” diyor. Sebebi de Avanos’ta bir pideci işletiyor olmasıymış. Hani bir dönem Uruguay Devlet Başkanı José Mujica’nın tevazusu ve kendisine çizdiği yalın yaşam çok takdir görüyordu ya? Biz Türkler pek burnumuzun ucundakini görmeyip de yabancı memleketlerdekine pek özeniriz. Avanos Belediye Başkanı, kendi kendine verdiği isimle “Gezgin Pideci” İsmet İnce, “İsmet Ağabey”, bizim için tevazusu, derin bilgisi ve millete hizmet eden anlayışıyla Mujica’dan daha önde gelen bir siyaset adamı aynı zamanda.
Gezimanya İsmet İnce söyleşisini bu linkte (https://gezimanya.com/Soylesiler/ismet-ince-gezmek-insanda-bir-yasam-bic...) bulabilirsiniz.
Avanos’ta çömlekçileri gezdiniz ve şanslı olup denk gelerek İsmet Bey’in de bir çayını içtiyseniz, artık tekrar yola düşme zamanıdır.
Kapadokya şarapları çok meşhur. Şarap severler için Kapadokya’da bir çok seçenek var. Bölgede Kocabağ ve Turasan gibi iki büyük şarap üreticisi olduğu gibi, ev şarabı sevenler için de bir çok noktada amatör şarap üreticileri bulunabilir. Biz Ortahisar Kalesi’nin oradaki kafeyi işleten teyzenin kendi yapıp da şişelediği ev şaraplarında yarı-tatlı karadut şarabı ile Kalecikkarası’nı, Avanos’taki çömlekçide tesadüfen bulup da petşişeden plastik bardağa konarak ikram edilmiş Merlot’yu çok beğendik. Sizin de artık ne çıkarsa bahtınıza. Eğer Kapadokya’da şarap satın almak isterseniz sizi muhtemelen mahzenlere götürecekler. Buralarda fiyatlar marketlerle çok farklı değil, hatta biraz daha yüksek bile olabilir. Oradaki satıcılara sorarsanız marketler şarap saklamayı bilmiyor. Ama arkanıza dönüp mahzenin raflarına bakarsanız onların da şarap şişelerini yatırmadan saklayıp mantarları kurumaya, şişeleri de kuru mantarlardan hava alıp içindeki şarabı bozmaya terk ettiklerini göreceksiniz. Belki bize denk geldi bilmiyorum ve isim vermek de istemiyorum ancak Ürgüp ve Avanos’ta gittiğimiz şarap mahzenlerindeki satıcı kişilerin ukala ve saygısız tavırları da bizi Kapadokya’da şarap satın alma tecrübesinden biraz soğuttu. Açıkçası kişisel tercihim samimiyetin ön planda olduğu amatör şarap üreticileri ve fabrikasyon şaraplara göre çok daha güzel tadımlı amatör şarapları.
Kapadokya’da yemek olayı ise enteresan. Özellikle Göreme yolundaki bir kaç restoranda gerçekten güzel yerel yemekler yiyebilirsiniz. Burada heryerde bir testi kebabı çılgınlığı var. Minik bir amfora benzeri testinin içerisinde sebzeyle birlikte ağır ağır pişirilen et, servis edildiği sırada testi kırılarak içinden çıkarılıyor. Seremoni çok güzel, lezzet ise güzel ancak seremoninin şaşasını yakalayamıyor.
Diğer seçenekler olan Kayseri mantısı, dolma, sac kavurma, yoğurt çorbası gibi yerel lezzetleri ben şahsen tercih ederdim. Göreme’de 1-2 tane güzel restoran var. Biri turistlerin de favorisi olan ve genelde menü çıkararak alakart hizmet veren Pumpkin. Hem iç tasarımı, hem yemeklerinin lezzetiyle öne çıkıyor burası. Ürgüp’te ise daha fazla restoran seçeneği mevcut.Kapadokya’da da Türkiye’nin geri kalanında olduğu gibi turizm komisyonculuk sistemi üzerine dönüyor. Bu gayet doğal. Yalnızca bu gezimizde fark ettiğimiz bir durum oldu ki bizi bu açıdan biraz şaşırttı ve hayal kırıklığına uğrattı. Hem Tuğçe, hem de ben Kapadokya’ya daha önce de gelmiş olmamıza rağmen ZelveAntik Kenti’ne hiç gitmemiş olduğumuzu fark ettik. Arabayla bu antik kentin önüne geldiğimizde büyük bir kalabalık ya da uzun kuyruklar görmedik. Biletlerimizi alıp da bu dev açıkhava müzesini gezmeye başladığımızda ise hayrete düştük.
Hem içindeki kiliselerle, hem de gezerek gördüğünüz ikiz vadilerin güzelliğiyle belki de bölgedeki en enteresan noktalardan olan Zelve’ye neden diğer bölgeler kadar talep olmadığını anlayamadık. Yanıtı çıkıştaki kahveci verdi. Bölge esnafı aralarında anlaşarak buraya tura gelen acentalara ve çalışanlarına komisyon olarak para ve başka şeyler vermeme kararı almış. Bunun üzerine de tur şirketleri ve otobüsler artık Zelve’ye uğramıyormuş. Durum hala aynı mıdır ya da bundan sonra değişir mi bilmem ama siz siz olun Zelve’yi asla kaçırmayın. Belki de Kapadokya’nın en güzel yeri.