Motor ile Bosna-Hersek sınırına yaklaşırken diğer sınır kapılarındaki gibi sıraya girmiş arabaları görünce gayriihtiyari hep yaptığımız gibi en öne doğru ilerliyoruz, motor ile gezmenin dayanılmaz ayrıcalığı olarak şimdiye kadar hiçbir sınır kapısında sırada beklemedik. Aslında fiziksel olarak istesek bile çok zor, o yüzden sınır kapılarındaki memurlar da bekleyenler de Allah’tan insaflı, ta ki Bosna-Hersek sınır polisi ile karşılaşıncaya kadar. Öne geçtiğimizde durdurup bizim bekleyenlerden ne farkımız olduğunu soruyor küstahça, biz de anlatmaya çalışıyoruz; hafif yokuş olan bir alanda, 35 derecede, çantaları bile dolu bir motoru ayaklar ile idare etmek gerektiği öte yanda arabalıların zaten klimalı ortamlarında oturabildiklerini, üzerimizdeki kıyafetlerin rüzgâr olmayan bir ortamda bizi 50 derece sıcaklığa yükseltebileceğini, artçının yürümek zorunda olduğunu falan sıralıyoruz ama yok maalesef, adam ters. Neyse bizim de geri gitmeye niyetimiz yok, bu sefer başka bir şeyden takacak ya, “motorun sigortasının neden orijinali yok yanınızda” diyor, “burada yaptırmak zorundasınız 30 euro” diyor, tam da arkasından neredeyse ellerini kavuşturarak bir yandan da sırıta sırıta gelen adamı gösterirken. Bu arada Bosna-Hersek’e gelene kadar; Bulgaristan, Karadağ ve Hırvatistan’dan geçmişiz ve hiçbir sınır kapısında bize orijinalini sorulmamış, fotokopisiyle halletmişiz işi. “Allah’ım ya hakikaten çattık bu sefer, ya 30 euro’ya 7 günlük sigorta yaptıracağız ya da gerisin geriye Hırvatistan’a döneceğiz” diyoruz. Ödüyoruz mecburen…
Bu arada, hakikaten bilmeyen motor sürücüsü arkadaşlara da belki faydam olur ama sınır kapılarında her ne kadar yazılı bir kural olmasa da motor sürücülerinin ayrıcalığı var, lütfen bundan yararlanın. Hatta yolculuğumuzun sonunda Romanya sınırına geri döndüğümüzde bir polis yüzlerce metre öteden bize işaret yapıp öne aldı. İşareti kendine sanıp sıradan çıkan arabaları da geri yolladı yani Bosna-Hersek sınır kapısı nedense (belki de sadece kişisel olarak) diğerlerinden farklıydı.
Ver elini Neretva Nehri’nin üzerine 1566 yılında kurulmuş olan ünlü taş Mostar Köprüsü. Köprüyü Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin yapmış, 24 metre yüksekte, 30 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğindeki köprünün yapımında da 456 kalıp taş kullanmış. Köprünün iki yanındaki Halebija ve Tara Kuleleri köprünün koruyucu kuleleri iken aynı zamanda Osmanlı döneminde hep mühimmat deposu olarak kullanılmış. Köprü, kemer genişliği 8.56 metre ve yüksekliği 4.15 metre olan mükemmel bir yarı daire şeklinde. Cephe ve kubbe düzenli taş küplerden oluşurken, cephe duvarları ve yollar parke taşlarla döşenmiş. Yalnız yürürken muazzam dikkat gerekiyor çünkü yerler inanılmaz kayıyor, eğer büyük adımlar atıp yere dikey konmuş ara taşlara basabiliyorsanız ne ala ama özellikle de yaşlıların kaymamak için çok özen göstermesi gerekiyor.
Bu arada köprünün tam orta kısmına denk gelen yerde, köprü parmaklıklarının üzerine çıkmış mayolu sırım gibi delikanlıları görürseniz şaşırmayın. Köprüden atlamak için turistlerden para toplamaya çalışıyorlar, 25 euro topladığında nehre köprüden bir atlayış yapıyor ve aynı yerde 5 dakika sonra başka bir delikanlı beliriyor. Bunun eski bir gelenek olduğunu duyunca çok duygulanıyorum, meğer şehrin delikanlıları, nişanlılarına düğün öncesi cesaretlerini ispatlamak için köprüden atlarlarmış.
Mostar köprüsünün hikayesi hakikaten hüzünlü; çünkü savaşların, hırsların sadece yapılara değil, insanlığa da ne kadar zarar verdiğinin bir göstergesi gibi. 427 yıl boyunca sağlam taşları ve toplumları bağlayan bir sembol gibi ayakta olan köprü, Bosna-Hersek’te başlayan savaşta ilk önce Sırplar tarafından saldırıya uğramış, bir yıl sonrada Hırvat tankları ile yerle bir edilmiş. Köprü, şehrin doğusu ile batısını aynı zamanda Müslüman ve Hırvat kesimini de bir anlamda bağladığı için aslında bir çeşit hoşgörü ve kültürel çeşitliliğin de simgesiymiş.
Köprü, Unesco ve Dünya Bankası’nın yardımlarıyla 1997’de tekrar inşa edilmeye başlanmış, bunun içinde çok titiz bir çalışma yapılmış ve aslına sadık kalınmış, hatta nehre gömülen orijinal taşlar dalgıçlar yardımıyla çıkartılıp hepsi köprünün inşaasında birebir kullanılmış. Kullanılamayacak durumda olan taşların yerine ise, bugün kapalı olan taş ocağı sırf bu iş açtırılıp orijinaline uygun taşlar yaptırılmış. Mostar Köprüsü, 23 Temmuz 2004 yılında İngiltere Prensi Charles tarafından açılmış ve hemen akabinde 2005 yılında da Unesco Dünya Mirasları Listesi’ne eklenmiş.
Motorumuzu park ettiğimiz kafenin önündeki park yerlerini gösteren adam Romen plakamıza rağmen Türk olduğumuzu anlayınca çok seviniyor. Savaş sırasında vurulmuşken kendisine ilk yemeği uzatan ve yardım eden Türk askerlerini ve müdahaleyi anlatıyor neredeyse gözleri dolarak. Bu arada enteresan bir şey söylüyor, Oldtown’un içerisinde sadece Türk Konsolosluğu varmış, hakikaten de gezerken bayrağımız tam da şehrin orta yerinde dalgalanıyor.
Savaşa rağmen hala bazı eski binalar, dükkanlar sağlam bir şekilde duruyor. Sokaklar sıcağa rağmen tıklım tıklım her yerden Türkçe konuşmalar duyuyoruz, oldukça çok miktarda Türk turist var. 1552 yılında yaptırılan Cejvan Cenaj Camii, Mostar’ın en eski camisi. 1617’de yaptırılan Koski Mehmed Paşa Camii ise ziyaret edilebiliyor, hatta minare de halka açık. Caminin hemen yanındaki Tepa Pazarı ise çok güzel, en çok taze incir ve narı ile tanınıyormuş meğer.
Bir şeyler yesek mi yemesek mi çok da aç değiliz diye dolanıyoruz biraz, sonra hadi artık yolumuza koyulalım diye şehirden ayrılıyoruz, bundan sonraki durağımız Saraybosna ama yolda uğrayacağımız restoranda “iyi ki de Mostar’da yememişiz” diyoruz. Eşimin Sırp bir iş arkadaşının tavsiye ettiği restoranda yediğimiz kuzu eti inanılmaz lezzetli. Zaten bizim Türk tur şirketleri de burayı biliyor olmalı ki, bizimle beraber iki büyük tur otobüsü de burada mola veriyor.
Instagram: banuyollarda