Zengin tarihi ve Roma döneminden kalma tarihî antik kalıntıları, daracık sokakları ve kente tepeden bakan kalesiyle Slovenya’nın en romantik kentlerinden biri olarak gösteriliyor Celje. Savinja Vadisi’nde Voglajna ve Savinja nehirlerinin birleştiği yerde kurulmuş olan Celje, aynı zamanda tarihte Slovenya’nın en seçkin ve asil ailesi olan Celje kontlarının da ana vatanı.
Orta Çağ mimarisini modern mimariyle birleştirmiş bir kent burası. Kentteki ilk yerleşim MÖ 300’lerde Keltlerin bu bölgeye yerleşmesiyle başlıyor. Keltler buraya ilk yerleştiklerinde bölgeye “Keleia” adını veriyorlar.
Ardından 41-54 senelerinde Roma imparatoru Claudius bölgede hâkimiyet elde ediyor. Bu dönemde kentin adı “Municipium Claudium Celeia” olarak değiştiriliyor. Ayrıca kent yine bu dönemde “Troia Secunda” yani “İkinci Troya” olarak anılmaya başlıyor.
1846 senesinde Celje’yi Kuzey ve Batı Avrupa’ya bağlayan demir yolunun hizmete girmesi sonrası Celje’nin stratejik önemi daha fazla artmış ve gelişimi hız kazanmış. Biz de Celje’ye geldiğimizde önce aracımızı tren istasyonuna yakın bir yere park ettik.
1846’da açılmış olan tren istasyonu halen hizmet veriyor ve bu şirin kenti Avrupa’nın diğer kesimlerine bağlıyor. Kentin çeşitli yerlerindeki yarım küre tarzındaki biraz güneş panelini andıran figürler dikkatimi çekiyor. Hemen rehberimize soruyorum. Meğerse bu figürler inciyi sembolize ediyormuş. Neden derseniz, 2. Dünya Savaşı öncesinde burası çok daha popüler bir merkezmiş. Savinja Nehri kenarında insanlar denize girermiş ve kentte çok sayıda kültürel ve sanatsal aktivite düzenlenirmiş. Bu nedenle de burası bölgenin incisi olarak gösterilirmiş. 2. Dünya Savaşı sırasında kent büyük bir yıkıma uğramış ama yine de kısa sürede toparlanmış.
Kentin tarih boyunca yaşadığı en büyük yıkımsa Hunlar dönemine yani 450’lere rastlıyor. İşte o dönemde kentin nüfusu çok azalmış. Şimdiyse çevresiyle birlikte burada yaklaşık 70 bin kişi yaşıyor. Slovenya’nın en önemli iş, ekonomi, kültür ve fuar merkezlerinden biri olan Celje’ye çevre yerleşimlerden günübirlik çalışmaya gelenler bile varmış.
Kentin girişinde tren istasyonunun hemen karşısında yer alan Celje Hall, Neo-Gotik tarzıyla dikkat çeken bir yapı. 1905-1906 yıllarında bölgede yaşayan Almanlar tarafından inşa edilmiş. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde Almanlara ev sahipliği yapsa da ardından tiyatro binası olarak hizmet vermeye başlamış. Bu silindirik kiremit rengiyle dikkat çeken yapı günümüzdeyse bir turizm merkezi.
Peki elini tuttuğum heykel kim? Sizi geçmiş zamanların en önemli Sloven gezgin kadınıyla tanıştırayım: Alma Karlin. 1889 doğumlu olan Alma Hanım, Slovenya’dan başlayarak, 8 sene boyunca çantasında daktilosuyla dünyanın çeşitli yerlerini gezmiş. Döndüğünde büyük bir coşkuyla karşılanacağını düşünüyormuş ama maalesef ki beklediği olmamış ve bu duruma çok kırılmış. Ancak zaman geçtikçe değeri anlaşılmış ve anısına işte bu heykel yapılmış. Günümüzde şehre gelenleri karşılıyor. Gezgin gezgini her yerde bulur diyelim :).
Kentteki bir diğer önemli heykel ise 1885 doğumlu, Çekya kökenli bir fotoğrafçı olan Josip Pelikan’a adanmış. Onun fotoğraf stüdyosu ve kullandığı materyaller ise günümüzde Celje Tarih Müzesi içinde ziyaret edilebiliyor.
Daha sonra sessiz ve sakin Celje sokaklarından geçerek Turizm Ofisi bürosuna uğradık. Burası sadece harita ve broşür almak için uğrayacağınız bir turizm ofisi değil, binanın tamamı görülmeye değer. Çünkü tarihî bir Roma kalıntısı üzerine yapılmış. Roma kalıntısına zarar vermemek için de giriş bölümüne yerdeki mozaiğin üzerine cam bir platform uygulamışlar. Bu sayede hem Roma mozaiklerini görüyor, hem de kentle ilgili bilgi alabiliyorsunuz.
Mozaiklerde enteresan figürlere denk gelebilirsiniz. Mesela aşağıdaki mozaikte dikkatinizi çeken bir detay var mı? Bir benzetme yapabiliyor musunuz?
Hazır mozaikten bahsetmişken bu detayı atlamak olmaz. Celje ve Gaziantep Belediyeleri arasında 2013 senesinde bir anlaşma imzalanmış. Bu anlaşma gereğince Gaziantep’teki tarihî Roma evlerinin birinin altındaki mozaiğin replikası Celje’nin önemli meydanlarından biri olan Eski Kent Meydanı’na yapılmış.
Ana meydanda Meryem Ana ve kenti koruyan 3 azizin yer aldığı bir anıt var. Bu anıtın karşısındaki kafelerde oturup yorgunluk atabilirsiniz.
Bizim çok oturmaya vaktimiz olmadı ve doğrudan nehir kenarına doğru yürüyüşe geçtik. Yol üzerinde gördüğümüz kilise ve üzerindeki kabartmalar dikkat çekiciydi.
Celje’de de tüm Slovenya genelinde olduğu gibi çok sayıda park alanı var. Nehir boyunca yürürken bölgede koşu yapan, bisiklete binen çok sayıda kişiye rastladık. Burası özellikle yaz aylarında, havlusunu alıp çimlere serilip güneşin tadını çıkarmaya gelenlerle doluyormuş.
Park alanında beni en çok etkileyen ve en beğendiğim şeylerden biri yeni hizmete giren AçıkhavaKitaplığı oldu. Özellikle Balkan ülkelerinde bu uygulama çok yaygın. Bundan İki sene önce Bulgaristan’ın Karadeniz kıyı şehirleri olan Burgaz ve Varna’nın Sea Garden parklarında görüp beğendiğimiz bu uygulamanın daha göze hoş görünen bir yapıda burada sunulması çok hoşuma gitti. Murat hemen kaptı bir kitap ama Slovence bilmeyince haliyle kitap keyfi de çok uzun sürmedi.
Nehre paralel uzanan ve parkın hemen yanı başında sıralanan rengârenk evler çok dikkat çekici. Aslında bu evler tarihte kenti çevreleyen surlara ek olarak yapılmış. Yani evlerin 4 duvarı varsa bir duvarı kale surları.
Kent surlarının bittiği noktada bu kez de her tarafı sarmaşıklarla kaplı bir yapıya ulaşıyoruz. Bu yapının önünde ise tarihî Roma kalıntıları var. Bu kalıntılar Slovenya’daki en önemli Roma kalıntıları arasında gösteriliyor. Bir kısmı ise Celje Müzesi içinde sergileniyor.
Kalıntıların bulunduğu noktada yer alan güçlü bir erkek heykeli var. Bu heykel de Slovenya’nın cesur ve kahraman erkeklerini temsil ediyormuş.
Bu heykelin bulunduğu yerden nehrin karşı kıyısına baktığımızda ise bir tepede tüm heybetiyle yükselen meşhur Celje Kalesi’ni görüyoruz. Hemen karşı tepesinde ise bir kilise var. Rehberimizin anlattığı bir rivayete göre zamanında kale ve kilise arasında havaya asılı şekilde duran upuzun deri bir köprü varmış. Hatta bu projeyi tekrar yapıp turizm değeri olarak öne çıkartmak gibi fikirler konuşuluyormuş, ama umarım yapmazlar :).
Buradan sonra zamanında Celje kontlarının ikametgâhı olmuş olan ve yapımı 14.-15. yüzyıllara tarihlenen Princely Sarayı’nı (Princely Palace) gördük. Uzun bir dönem boyunca prens ve dükün çalışma ofisinin de yer aldığı bina en büyük değişikliğini İmparatoriçe Maria Theresa döneminde yaşamış. Günümüzde bir bölümü restorasyonda olan yapı Celje Bölge Müzesi olarak hizmet veriyor ve çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyor.
Bir sonraki durağımız ise heyecanla beklediğimiz Celje Kalesi. Heunberg kontları tarafından 12. yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmış olan Celje Kalesi günümüzde Slovenya’nın en önemli Orta Çağ kalelerinden biri.
14. yüzyılda Heunberg kontlarından Celje kontlarına geçtiği dönemde kaleye ek “bergfrid” dedikleri bir kule inşa etmişler.
Kale genel olarak bence çok etkileyiciydi. Tam bir film seti gibi. En çok sevdiğim bölümü ise kale ile kuleyi birbirine bağlayan ahşap yol ve basamaklar oldu.
Buna ek olarak kalenin içinde bir baskı makinası var ki kesinlikle görülmeli. Burada hem baskının Avrupa’da nasıl yayıldığını öğreniyorsunuz hem de dilerseniz kendi adınızın yazılı olduğu bir kitap sayfası bastırabiliyorsunuz.
Buradan sonra kaleye yakın konumda bir başka tepede yer alan yerel bir restorana gidip yöresel yemekleri tatmaya devam ettik.
Bugün kalelerden devam edeceğiz, bir sonraki durağımız ise Otoceç Kalesi.