Öncelikle İsrail'e gezi fikrimizin nereden geldiğine değinmek istiyorum. Gece 02.00 sıralarında evde bilgisayarın karşısında takılırken arkadaşım aradı ve şimdi söylemek istemediğim bir firmadan İsrail'in Tel-Aviv şehrine ucuz uçak bileti bulduğunu ve gelmek isteyip istemediğimi sordu. Ben de o gece uçak bileti aldım ve 2 kişi başlayacak olan maceramıza ortak bir arkadaşımız daha eklendi.
PLAN AŞAMASI
3 kişi İsrail için güzergâhımız hakkında konuşmaya başladık. Programımıza göre ocağın 11'inde Tel-Aviv Ben Gurion Havalimanı’ndan direk Kudüs’e geçecektik. Bunun sebebi 3 din için kutsal olan günleri, adeta dinlerin kesişim noktası olan Kudüs'te geçirmek istememizdi yani Müslümanlar için cuma, Yahudiler için cuma ve cumartesi, Hristiyanlar için ise pazar günü. Ancak seyahat tarihimiz yaklaştıkça önümüze bir takım engeller çıktı.
Bunlardan kısaca bahsetmek gerekirse:
-Amerika Birleşik Devletleri’nin Kudüs'ü başkent olarak ilan etmesi ve ardından neredeyse tüm dünyanın tepkisini çekmesi (Amerika, İsrail ve bazı Amerikan sömürgesi ülkelerin dışında bütün ülkelerin.)
-Türkiye'nin bu karara karşı çıkan ülkelerin başında gelmesi ve İsrail ile aralarının diğer ülkelere nazaran daha fazla gerilmesi.
-Son olarak yaşanan bu 2 büyük olay aramızda tek bordo pasaporta sahip olan, bana ilk Kudüs teklifini yapan arkadaşın vizeden ret yemesi. (Bizim pasaportlar yeşil olduğu için vizesiz İsrail'e gidebiliyorduk.)
Bu arada gitmeden önce internetten defalarca İsrail vizesinin kolay alınıp alınmadığına baktık ve herkes İsrail’in Türkiye'ye çok kolay vize verdiğini yazmıştı.(Bize göre arkadaşın vize alamamasının arkasındaki sebep Türkiye ile İsrail’in arasının gerilmesiydi.)
Daha sonra artan olayların akabinde diğer arkadaşım da gelmek istemedi. Hem ailesinin karşı çıkması hem de kendisinin riskli olduğunu düşünmesinden dolayı istemediğini belirtti.
SEYAHAT BAŞLIYOR
En son olarak bana da çevremden gitme denilmesine rağmen, tek başıma gitmeye karar verdim. İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan yaklaşık 2 saatlik bir uçuşun ardındanTel-Aviv'e vardım. Bu arada Ben Gurion Havalimanı'ndan Kudüs'e 24 saat boyunca her saat başı otobüsler var ama sadece dikkat etmeniz gereken şey Yahudilerin kutsal günü olan cuma ve cumartesidir. Bu günlerde Yahudiler çalışmıyor, onlar için bu günlerde çalışmak dinen hoş karşılanmıyor ve haliyle seyahatleriniz o günlere denk gelir ise otobüs bile bulamayabilirsiniz. Ben de perşembe gecesi Ben Gurion'a indiğim için hiç vakit kaybetmeden o gece Kudüs'e geçtim çünkü fazladan hem Tel-Aviv'de zaman harcamak istemiyordum hem de bahsettiğim gibi 3 dinin kutsal günlerinde Kudüs'te olmak istiyordum. Ben Gurion'dan Kudüs'e yaklaşık 1 saat gibi kısa bir sürede geçtim ve o gün hiç vakit kaybetmeden Kudüs yeni şehirdeki hostelime geçip uyudum. Bu arada arkadaşlar önemli bir bilgi vermek istiyorum; İsrail'in yüz ölçümü çok küçük olduğu için İsrail içinde yapacağınız seyahatler otobüsle bile çok kısa sürüyor, istediğiniz her yere maksimum 3 saatte gidebiliyorsunuz!
İLK GÜNÜM
Şimdi daha iyi anlatabilmek için Kudüs'ün yapısından kısaca bahsetmek istiyorum. Kudüs 2 bölümden oluşuyor, bunlar YeniŞehir ve Eski Şehir.Yeni Şehir adından da anlaşılacağı gibi yeni yerleşimdir, binalar yenidir (yine de otantik hava verilmiştir) ayrıca barlar, publar ve gece hayatı yeni şehirde yer alır.
Eski Şehir ise binlerce yıllık dünya tarihine ev sahipliği yapmış, onlarca peygamber görmüş ve 3 dinin de kutsal sayıp uğrunda savaştıkları yerdir aslında...
İlk gün sabah 09.00 gibi uyandım ve hostelin kahvaltısını yapıp dışarı çıktım. Bu arada humus her kahvaltılarında var neredeyse. Hiç vakit kaybetmeden Yeni Şehir’de olan hostelimden Eski Şehir’e doğru yürümeye başladım. Bu yol yaklaşık 2 kilometre uzunluğunda.
Eski Şehir’i uzaktan gördüğünüz ilk dakika surlar ile çevrili mini bir şehir olduğunu fark edebiliyorsunuz. Biraz daha yaklaştıktan sonra ise Yafa Kapısı’ndan (Jaffa Gate) içeri giriş yaptım ve direk sağ tarafımda Davut Kulesi yer alıyordu. Bu arada Kudüs Eski Şehir ana hatları ile 4 adet çeyreğe bölünmüş haldedir. Bunlar Müslüman Çeyreği (Muslim Quarter), Hristiyan Çeyreği (Christian Quarter), Yahudi Çeyreği (Jewish Quarter) ve son olarak Ermeni Çeyreği’dir (Armenian Quarter).
Yafa Kapısı'ndan girdiğiniz anda sol tarafınız Hristiyan, sağ tarafınız Ermeni, karşınız ise Yahudi Çeyreği'dir, yani bir nevi mahalle gibi. Müslüman mahallesi ise Yafa Kapısı’nın tam ters istikametinde yer alıyor. Girer girmez ilk dikkatimi çeken şey ise, İsrail'in kesinlikle çok pahalı olduğu, buna hazırlıklı gelmenizi tavsiye ederim. Hatta Amerikalılar ile tanıştığımda, dolar kullanan Amerikalılar bile bana İsrail'deki uçuk fiyatlardan yakınıyorlar. Elimdeki TL'ler ile gıkım çıkmadı arkadaş... İsrail şekeli ile Türk parası hemen hemen aynı. Bu arada ben Eski Şehir’e girer girmez Mescid-i Aksa'ya doğru yürümeye başladım, hem o atmosferde cuma namazını kılmak hem de Mescid-i Aksa'yı bir daha hiç göremeyeceğim dolulukta görmek istedim. Tam Mescid-i Aksa'ya yaklaşmışken İsrail polisinin çevirmesine rastladım, sonradan öğrendim ki Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'yı içine alan bölüme sadece Müslümanlar girebiliyormuş, ayrıca haftanın sadece 1 günü turistlere açık. İsrail polisi bana Müslüman olup olmadığımı sordu, ben de Müslüman olduğumu söyleyince, nereli olduğumu sordu. Türküm dedikten sonra pasaportumu kontrol etti ve hala Müslüman olduğuma inanmamış olacak ki sure okumamı istedi. Orda o kadar İsrail polisi bana bakarken 20 saniye Fatiha suresini okudum. En sonunda Mescid-i Aksa'ya varıp cuma namazını kıldım. Aşağıdaki fotoğraf cuma namazında Mescid-i Aksa'nın içi.
Cuma namazı sırasında Filistinli bir genç ayağa kalkarak "Cihad" falan diye bağırmaya başladı ve kısa süreli herkesin korkmasını sağladı. ama sonradan anladık ki dışarıda Filistinli bir grubun gösterisi varmış ve Filistinliler dışarıda İsrail'i protesto ediyormuş. Türkiye'deki medyadan sürekli İsrail'deki olaylar verilmesine rağmen bu 6 günlük gezim boyunca gördüğüm ilk ve tek olay oldu. Sonrasında ise Kubbet-üs Sahra'ya yürüdüm zaten arası yaklaşık 150 metre, sadece Kubbet-üs Sahra'nın kotu 2 metre civarı daha yukarıda yer alıyordu. Kubbet-üs Sahra'ya o gün giremedim çünkü tam o vakitte içeride sadece kadınlar yer alıyorlardı, sebebi kadınların da cumayı orada kılması olabilir. Aşağıdaki fotoğrafta sağ tarafta sarı kubbeli Kubbet-üs Sahra, solda ise Mescid-i Aksa bulunuyor.
Aslında bu fotoğrafı göstermemin sebebi çoğu insanın sarı kubbeli yapıyı Mescid-i Aksa zannetmesi. Bunun sebebi Kubbet-üs Sahra'nın daha büyük olmasından dolayı uzak çekimlerde daha net görünmesi ve turistlerin daha çok ilgisini çekip sosyal medyada Kubbet-üs Sahra'nın daha fazla paylaşılması diye düşünüyorum. Bu arada Kubbet-üs Sahra'nın kubbesinin saf altın olduğunu söylemem lazım. Ürdün Kralı Kubbet-üs Sahra'nın kubbesi için 80 kilogram altın bağışlamış.
İlk günümü havanın kararması ile birlikte Kudüs'ün eski labirent gibi yapılarının arasında kaybolarak ve insanların Kudüs'teki yaşamlarını gözlemleyerek farklı bir kültürü deneyimleyerek geçirdim.
İKİNCİ GÜNÜM
İkinci günümde ilk işim hostelin ücretsiz rehberi ile tekrar Eski Şehir’e gitmek oldu. Kudüs Eski Şehir içinde öyle bir tarih barındırıyordu ki adeta kara delik misali görünüşte küçüktü ama içine girdikten sonra sizi tarih kitaplarındaki rastgele bambaşka sayfalara atıyordu. Üç din de bu topraklara çok değer veriyordu. Müslümanların verdiği değeri zaten hepimiz biliyorduk, Hristiyanların İsa'dan dolayı verdiği değere de çok yabancı değildik ama Yahudilere yabancıydık. İsrail seyahatim boyunca Yahudilerin yaptıkları neredeyse her ibadetlerinde Kudüs ile bağlantılı yeminlerine denk geliyordum. "Eğer seni unutursam, ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun. Dilim damağıma yapışsın. Eğer seni anmazsam, eğer Kudüs'ü en yüksek sevincimin üzerinde tutmazsam..." şeklinde giden Tevrat'tan bir parça sadece bunlardan bir tanesi.
Uzun lafın kısası Kudüs'ün üç din için önemine oradayken daha bir emin oldum ve bence tek ortak payda Kudüs'ü herkese meşru kılıp oradaki barışı sağlamaktı. Şimdilerde pek görülmese de oradaki herkesin kendinden farklı olanlara saygı ile yaklaşması gerekmektedir.
Bugün en sonunda Kubbet-üs Sahra'nın içine girebildim ve Muallak Taşı'nı canlı gözlerle görme fırsatım oldu. Muallak taşının hikâyesinden bahsetmek gerekir ise Hz. Muhammed göğe yükselirken muallak taşının da yükselmekle sabit kalmak arasında kaldığına inanılıyor, bu sebeptendir ki "Muallak Taşı” deniliyor. Ayrıca Muallak Taşı'nın altında namaz kılabileceğiniz küçük bir yer vardır.
Bu da Kubbet-üs Sahra’nın içeriden görünümü.
Daha sonrasında ise Kudüs ile alakalı en iyi fotoğraf karelerini yakalayabileceğiniz Olive Mountain'e (Zeytin Dağı’na) çıktım. Sadece fotoğraf için değil aynı zamanda Zeytin Dağı’ndan özellikle de güneş batarken Kudüs inanılmaz gözüküyordu ve şehre böyle uzak bir yelpazeden bakmak şehrin yapısı ve büyüklüğü hakkında insanın daha fazla bilgilenmesini sağlıyordu. Zeytin Dağı’nın 3 din için öneminden bahsetmek istiyorum biraz.
Yahudiler için: Kıyamet gününde Yahudi halkını kurtaracak olan Mesih'in Zeytin Tepesi’ne ineceği ve ilk olarak oradaki mezarda yatan Yahudileri dirilteceğine inanıyorlar. Bu arada Zeytin Tepesi’nde çok sayıda mezarlık var, bunlar Yahudi, Müslüman ve Hristiyan mezarlıkları.
Müslümanlar için: Müslümanlıkta ise Sırat Köprüsü’nün Zeytin Dağı ile Mescid-i Aksa arasında olduğuna inanılıyor. Aynı zamanda Hz. İsa'nın göğe yükseldiği tepe olduğuna inanılıyor.
Hristiyanlar için: Aynı Müslümanlıktaki gibi İsa'nın göğe buradan yükseldiğine inanıyorlar.
Zeytin Dağı'nda fotoğraf çekilip etrafı izlerken 2 Romanyalı kız ile tanıştım. Bu arada İsrail'de kaldığım bütün hostellerde insanların rahat tanışabilmesi için sürekli etkinlikler düzenleniyor ve özellikle sıcak, herkesin birbiri ile tanışabileceği ortamlara zemin hazırlanıyor. Bu sayede çok fazla turistle tanışıp Kudüs'ün sokaklarını bir yabancı ile keşfetmek insana farklı tecrübeler yaşatıyor. Zeytin Dağı’nı 2 Romanyalı kızla gezerken ülkelerin ortak paydalarından bahsediyorduk ve Türk yapımı çok fazla dizi izlediklerini öğrendim bu sayede bazı Türkçe kelimeleri biliyorlardı ve kültürümüze çok da yabancı değillerdi. Bana Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'nın nasıl olduğunu sordular çünkü Müslüman olmadıkları için girememişlerdi. Ben de onlara beraber girmeyi deneyebileceğimizi söyledim (Kudüs'te başımı derde sokmaya çalışıyorum).
Zeytin Dağı'ndan Lions Gate'e kadar yürümeye başladık çünkü Mescid-i Aksa'ya en yakın giriş Lions Gate idi. Lions Gate ile ilgili kısa bir bilgi: Lions Gate yani Aslanlar Kapısı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılmıştır ve kapının yanlarında aslan figürleri bulunmaktadır. Lions Gate'in önüne gelince kızlar açık giyindikleri için önce yanlarında getirdikleri montlarını giydirdim, daha sonra ise şallarını eşarp olarak bağladım ve İsrail polis kontrolüne yaklaşırken ne yapacağımı bilmiyordum ama fazla soru sormamaları için direk önden pasaportumu gösterip Müslümanım ve Türküm dedim. Kızları sorduklarında ise, beraberiz onlar da Türkiye'den geldi dedim, bu arada kızlara soru sormasın diye dua ediyordum çünkü kızlar İslam hakkında çok az şey biliyorlardı, Türkçe de sadece birkaç kelime bildikleri için yalanımız elimizde patlayabilirdi. Neyse ki mesainin son saatlerinden dolayı çok uğraşmak istemediler herhâlde ki başka soru sormadan geçirdiler. İçeriye girerken de Müslüman sorgusunda "Selamünaleyküm" diye Kudüs benimmiş gibi girince içeride de soru sorulmadan buyur edildik. Kızlara içeriyi gezdirip onları İslam ve bu bölgenin önemi hakkında bilgilendirdim. Bu da içeriden bir kare, eteklerini de içeriden verdiler.
Kudüs'teki hostelimde dağıtılan Kudüs haritasını paylaşarak daha iyi bilgilendirmek istiyorum.
Olive Mountain (Kırmızı), Kudüs Eski Şehir (Mavi), Eski Şehir Kapıları (Yeşil), Yeni Şehir ise Eski Şehir'in dışında kalan alanlar aslında.
Daha sonrasında ise o meşhur hepimizin bildiği Ağlama Duvarı'na gittim. Yahudiler bu duvara Ağlama Duvarı denmesinden hoşlanmıyorlar ve bütün tabelalarda Western Wall yazıyor yani Batı Duvarı. Öncelikle girişte herkes x-ray den geçiyordu Ağlama Duvarı'na ulaşmak için. Duvarı ayrı bir parça olarak düşünenler için bir açıklama yapmak istiyorum; aslında Ağlama Duvarı Mescid-i Aksa ile sınırlı alanın surlarının dışta kalan kısmı. Birazdan vereceğim görselden daha iyi anlayacaksınız. Ağlama Duvarı’nı görür görmez aynı zamanda yüzlerce Yahudi’yi sallanarak ya da zaman zaman ağlayarak dua ederken görüyorsunuz. Aynı zamanda bazı Yahudileri tefilin denilen deri kayışları başlarına ve sol kollarına sarıp dua ederken görüyorsunuz. İlk başta da bahsettiğim gibi tefilinin üzerinde bulunan kare kutunun içinde de 4 adet dua bulunuyor ve bunlardan birisi Mısır'daki esaretten kurtuluşlarını ve dolayısı ile Kudüs'ü asla unutmayacakları ile alakalı.
Görüldüğü gibi Ağlama Duvarı ya da Western Wall; Mescid-i Aksa'nın neredeyse hemen yanında yer alıyor.
Kubbet-üs Sahra ve Ağlama Duvarı’nı gezdiğim ikinci günümden sonra sıra geldi üçüncü günüme.
ÜÇÜNCÜ GÜNÜM
Üçüncü gün için planım öncelikle Eski Şehir’e tekrar gidip Kutsal Kabir Kilisesi’ne girmek ve daha sonrasında Lut Gölü'ne (Dead Sea) gitmekti.
Sabah erkenden çıkıp öncelikle Kutsal Kabir Kilisesi’ne girdim. Kutsal Kabir Kilisesi Hristiyanlar için çok önemli bir noktaydı Hz. İsa'nın orada çarmıha gerilip göğe yükseldiğine ve tekrar aynı noktada hayat bulacağına inanılıyor. Aslında bu kilise Kudüs Rum Ortodoks patriğinin merkezi olmasına rağmen, Kudüs'teki bütün Hristiyan mezheplerinin ortak kullanım alanıdır. İçeride görmek isteyenler için Hz. İsa'nın yükseldiği yer küçük bir kubbe ile çevrilmişti ve bekleyemeyeceğim kadar uzun bir kuyruk vardı. Bize rehberimizin verdiği çok ilginç bir bilgiyi size söylemek istiyorum.
Bu kilise bütün Hristiyan mezheplerinin ortak kullanım alanı olmasından dolayı anahtarın hangi mezhepte durması konusunda anlaşamamışlar ve sonuç olarak anahtarı saklaması için Müslüman bir aileyi seçmişler. Aşağıdaki fotoğraf ise Kutsal Kabir Kilisesi’nin dışarıdan görünümü.
Kutsal Kabir Kilisesi’ni gezdikten sonra metroya binerek Kudüs’teki şehirlerarası otogara gittim. İlk gözüme çarpan otogarın alışılmışın dışındaki yapısı idi. Otogar ve alışveriş merkezi iç içe bir yapıdaydı ve otogar 4. kattaydı, otobüsler de rampa sistemi ile 4. kattan yolcuları alıyorlardı. Otogardan 34 şekeleLut Gölü için bilet aldım ve aslında hedefim ücretsiz bir plaja gitmek olduğu için Lut'un girişinde inmedim ama sonradan ücretsiz plajın tadilatta olduğunu öğrendim ve mecburen birkaç durak ileride bulunan ücretli yapıya 65 şekel ödedim.
Lut hakkında biraz bilgi vermem gerekir ise öncelikle Lut Gölü’nün dünyanın en alçak noktası olduğunu söyleyebilirim, deniz seviyesinden 350 metre aşağıda ve dünyanın en tuzlu üçüncü gölüdür. Tuz Oranı %28-33 arasında değişmektedir. Göl resmi olarak Filistin topraklarındadır ama oraların İsrail topraklarından bir farkını göremedim çünkü İsrail askerleri ve lojmanları her yerde görülmekteydi o zaman anladım ki gücün var ise resmiyet fazla bir şey ifade etmiyor. Bu arada resmi olarak Filistin topraklarına geçerken herhangi bir sınır kontrolünden bile geçmedik.
Aşağıdaki Lut Gölü'nden bir kare. Tuz oranı o kadar yüksek ki kıyıda tuzdan kayalar yer almakta.
Lut Gölü'nde çok farklı bir tecrübe yaşadım. Gölün tuz oranı yukarıda bahsettiğim gibi o kadar fazlaydı ki gölde yüzmeden daima fok balıkları gibi yüzeyde kalabiliyordunuz. Hatta bağdaş kursanız bile su yüzeyinde kalıyorsunuz, denedim. Sıçrayan su damlaları dudaklarınıza ya da gözünüze geldiği takdirde hemen duşlara koşma isteği ile yanıp tutuşuyor insan, bu sebeptendir ki Lut Gölü'nün etrafında yüzmenin yasak olduğunu bildiren tabelalar vardı.
Son olarak tekrar durakta bekledim ve 35 şekel vererek Kudüs otogarına ve oradan da İsrail'in başka bir şehri olan Haifa'ya gitmek için kolları sıvadım. Binlerce yıllık o görkemli, muhteşem tarihi üzülerek arkamda bırakmış oldum.
İsrail serüvenimin devamı olan Haifa ve Tel-Aviv'i sizlerle daha sonra paylaşmak dileği ile Kudüs'ten bu kadar.
NOT: Arkadaşlar eğer yardımcı olmamı istediğiniz bir konu olur ise bana yorumlardan ulaşabilirsiniz. Kudüs'teki maceramı olabilecek en sade biçimde anlatmaya çalıştım atladığım ya da değinemediğim kısımlar olabilir.