Dünyanın En Tuhaf 8 Müzesi

Yıllar önce Hollanda’nınUtrecht şehrinde her sene düzenlenen ve farklı ülkelerden binlerce koleksiyoncu bir araya geldiği bir hobi ve meslek fuarındayım. Envaiçeşit koleksiyonun sergilendiği tezgâhlar etrafında toplanmış insanlar alışveriş yapıyor. Koleksiyon dediğin nedir ki? Hali vakti yerinde olan adamların topladığı resim, heykel, saat, dolmakalem, kitap vs. diyenlerdenseniz bu fuarı görünce mahcubiyet duyabilirsiniz. Çünkü iyi bir koleksiyon için kesinlikle zengin olmak gerekmiyor. İnanması güç gelse de öyle. Asıl gerekli olan şey bilgi ve ilgi. Tezgâhlar üzerinde sergilenen birbirinden garip koleksiyonları görünce bunu anlıyorum. Neler yok ki, önce uzun sakallı, 70’lerindeki yaşlı ve kırmızı burunlu adamın tezgâhına yaklaşıyorum. Tezgâhın üstü kafe ve birahanelerden toplanmış on binlerce bardak altlığı ile dolu. Her birine şık el yazısı ile iliştirilmiş ve bardak altlığının üzerinde reklamı yapılan ürünün tarihçesinin anlatıldığı bir not var. Nereden çıktı bu koleksiyonu yapmak David diye soruyorum. “Bugüne kadar içtiğim içkilerin bardak altlıklarını topladım ben sadece” diyor. Gülüyoruz, laflıyoruz. Sonra biraz ileride tereddütsüz fuarın en ağır koleksiyonu olan tezgâh gözüme çarpıyor. Belçikalı adam eski bir bina yıkıcısı ve tuğla koleksiyoneri. Önce yıktığı binalardan hatıra olarak aldığı tuğlalarla başlamış toplamaya, son otuz yılda topladığı tuğlaların sayısının üç katlı bir bina yapmaya yeteceğini iddia ediyor, “Nerelisin sen?” diyor. Türk olduğumu söylüyorum, tezgâhın altından kendi hazırladığı tuğla şeklinde ve kalınlığında bir kataloğu çıkartıyor. Bir sayfayı açıyor, üzerinde hilal ve yıldız şekli olan bir Osmanlı tuğlasını gösteriyor. “İstanbul’da denk gelirsen ne olur haber ver bana” diyor. Sonra başka bir garip koleksiyon çarpıyor gözüme. Adam, tek bir kahvaltı için hazırlanmış plastik kaplardaki reçellerin alüminyum kapaklarını topluyor. Etrafına toplanmış, bu türde koleksiyon yapan üç kişi ile Fransız reçelleri ve onların 1970-1980 dönemindeki kapak çizimlerini tartışıyorlar. Kendimi tutamayıp “Allahım! Millet deliye, biz akıllıya hasretiz” diye söyleniyorum. Sonra bu işin daha beteri de var diye geçiyor aklımdan. Bu tür koleksiyonların meraklıları ile paylaşıldığı birbirinden ilginç onlarca küçüklü büyüklü müze var. İsterseniz sözü uzatmadan en iyi 8 örneğini paylaşayım.

Sulabh Uluslararası Tuvalet Müzesi - Yeni Delhi, Hindistan

Bir kaç yıl önce Kalküta’da bindiğim bir taksi şoförü yolun sağına çekip, sakınmadan ve gizlenme ihtiyacı duymadan, bizlerin ve o anda trafikte seyir eden binlerce kişinin de rahatlıkla görebileceği bir şekilde tuvalet ihtiyacını giderip, tekrar şoför mahalline oturup, yola devam etmişti. Elbette ellerini yıkamadan ve beklerken taksimetre ücret yazarken… Sonra Gandi’nin “Temizlik İstiklal’den daha da önemlidir” şeklinde çevrilebilecek sözü geliyor aklıma, tereddütsüz böyle bir müzenin Yeni Delhi-Hindistan’da olmasından daha doğru bir şey olamaz diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

1992 yılında kurulan ve MÖ 2500 yılından günümüze kadar tuvaletin tarihsel gelişimi anlatan müzede tuvalet kullanımı ile ilgili resim, şiir, her türlü evrak yanında MS 1145 yılından günümüze kadar kullanılan klozet, bide, pisuar, komodin, tuvalet araç ve gereçlerinden örnekler sergilenmektedir. Farklı ülkelerden toplanmış tuvalet resimleri de toplandığı ülkenin bayrağı eşliğinde ziyaretçilere sunulmaktadır. Müzedeki ilginç sergilemelerden biri de MÖ 2500 yılında oluşturulmuş kanalizasyon sistemidir. Bu satırların yazarı da W.C. kısaltmasının su dolabı anlamına gelen İngilizce “Water Closet” kelimelerinin baş harflerinden oluştuğunu bu müzeyi incelerken öğrenmiştir.

(Daha fazla detay için bkz. http://www.sulabhtoiletmuseum.org/about-us/)

İngiliz Çim Biçme Makinaları Müzesi – Southport, İngiltere

İngiltereLiverpool yakınlarındaki bir sahil kasabası olan Southport’da eski bir şampiyon otomobil yarışçı olan Brian Radam’ın kurduğu müze uluslararası bir şöhrete sahiptir. 1945 yılında girdiği aile işinde bu tür makinalar için satış, yedek parça ve servis hizmeti verirken bir anda kendini başka bir dünyanın içinde bulan Brain kendisini İngiliz mühendislik mirasının korunmasına adamıştır. İcat edildiği 1800’lerden bugüne kadar üretilmiş, farklı dönemlere ait yaklaşık 300 adet çalışır vaziyette çim biçme makinasının sergilendiği müze aynı zamanda bakım ve restorasyon hizmetlerinin de sunulduğu bir atölyeye sahiptir. Hâl böyle olunca da bu alandaki en önemli referans kuruluşu olmuştur.

Brain’in İngiliz mühendislik harikasıdediği ve mirasının korunmasına kendisini adadığı çim biçme makinasının bulunuş hikâyesi de çok ilginçtir. 1800’lü yılların başlarında bir tekstil fabrikasında çalışan Edwin Beard Budding bekçi kıyafetlerindeki tüylenmeyi gidermek maksadıyla bir makina tasarlar. Bu amaca hizmet etti mi bilinmez ama bir anda tasarımını çim biçmek için kullanma fikri aklına gelir ve bu da İngiliz endüstrisinin en önemli buluşlarından biri olur. Bugün müzede sergilenen 300 çim biçme makinasından en kıymetlileri Viktorya ve Edward dönemine ait olanlardır.

(Daha fazla detay için bkz. http://www.lawnmowerworld.co.uk).

Köpek Tasması Müzesi - Leeds Kalesi, İngiltere

Kesinlikle türünün tek ve en ilginç örneğini olan bu müzenin kuruluş hikâyesi de koleksiyon kadar ilginçtir. Koleksiyon sahibi Gertrude Hunt, Orta Çağ tarihçisi olan kocası John Hunt’ın anısını yaşatmak için bir şeyler yapmak ister ve sahibi olduğu 100 den fazla Orta Çağ ve Viktoria dönemine ait köpek tasmasını kocasının anısını yaşatabilmek maksadıyla Leeds Kalesi Vakfı’na bağışlar. Ölen bir eşin anısını yaşatmak ve sadakatin bir göstergesi olarak köpek tasmalarının kullanılması garip esprilere yol açsa da, tasmaların 500 yıllık bir tarihe ışık tutuyor olması koleksiyonun kıymetini göstermektedir.

İngiliz kültüründe köpek ve tazıların önemi göz önünde bulundurulduğunda böyle bir müzenin ziyaretçi akınına uğraması kaçınılmaz bir gerçektir. O tarihten bu yana, 100'den fazla tasma da Vakıf tarafından koleksiyona dâhil edilmiştir. Bugün hayvanseverler başta olmak üzere, köpek tasması dizaynı üzerine çalışan stilistlerin uğrak yerlerinden biridir. Ve elbette köpek tasması modasının kalbinin attığı yerdir. Yılda 500 binden fazla kişi tarafından ziyaret edilen müzenin popülerliği hakkında bilmem başka söze gerek var mı?

Beslenme Çantası Müzesi – Columbus, Georgia ABD

Akranlarım çok iyi hatırlayacaktır. Bizim öğrenciliğimizde öğle yemeklerini evden götürürdük ve hepimizin aynı tip plastik, delikli, klipseleri bulunan beslenme çantalarımız olurdu. İlkokula başlarken taşrada bulunmadığı için Ankara’da Kızılay’daki Türkiye’nin ilk çok katlı mağazası olan Gima’dan kırmızı bir tane almıştık. Ben değil ama annem yıllarca saklamış, daha doğrusu başka maksatlar için kullanarak 30-40 yıl elden çıkarmamıştı. Bu müzeyi görünce ilk o geldi aklıma.
 
1920’li yıllardaAmerika’da üretilmeye başlanan bu beslenme çantaları önceleri metal olarak üretilmiş, hatta bir süre sonra da kullanımı özendirilsin diye Walt Disney karakterleri üzerine işlenmeye başlanmış. Sonraları 1970’lerde metal beslenmelerin ağırlığı çocuklarımızın iskelet yapısını bozuyor ve zaman zaman da birbirlerini yaralıyor diyen annelerce plastik olanlarının kullanılması için kampanyalar düzenlenmiş. Başarılı da olmuş. Son metal beslenme çantası da 1985 yılında üretilmiş.

Gelelim müzenin kurulma hikâyesine. Allen Woodall adındaki Amerikalı; ölen yakın bir arkadaşının anısını yaşatmak ister. Bunun için arkadaşının yaptığı küçük çaplı beslenme kutusu koleksiyonunu dul eşinden arkadaşının adını yaşatacağı vaadiyle alır ve sözünü de tutar. Ancak elindeki beslenme çantası bir müze açmaya yetecek kadar değildir. Bunun üzerine 1990’lı yıllarda kendisi de beslenme çantası toplamaya başlar. Ancak koleksiyonun kıymetini arttırmak için her önüne çıkan beslenme çantasını toplamaz. Seçici davranır. 1951 - 1985 yılları arasında üretilmiş ve benzeri olmayan, üreticilerce üzerine işlenen çizgi film karakterleri ile kişiselleştirilmiş, orijinal metal beslenme çantalarından başlar. Bu tanıma uyan metal beslenme çantası örneklerinin sayısı 450 kadardır. Kısa bir sürede bu sayıyı tamamlar ve müzeyi açar. Akabinde de 1920’lerden sonra üretilen ancak orijinallerini bulmanın mümkün olmadığı beslenme çantalarının aslına uygun yapılmış mükemmel replikalarını ve gene aynı dönemlere ait su matara ve termoslarını koleksiyonuna ilave etmeye karar verir. Bir anda müzede sergilenen ürün sayısı 3.500’e ulaşır ve her gecen gün sergilenen ürün sayısı artmaktadır.
 
Allen Woodall akıllıca yapılan koleksiyonculuğun ve dosta gösterilen vefanın karşılığını fazlasıyla almaktadır. Bugün müzede sergilenen ve son derece nadir metal beslenme çantalarının aslına uygun üretilmiş replikaları müzenin hediyelik eşya mağazasında 2.500 USD fiyatla satılmaktadır. Elbette bu fiyatları duyunca, 40 sene önce ilkokula başlarken aldığımız ve annemin hala sakladığı kırmızı beslenme çantamı makul bir kaç bin USD karşılığında kendisine satmak için temasa geçtim. Gel gör ki annemi ikna etmek zor olacak gibi görünüyor.

(Daha fazla detay için bkz. http://www.lunchboxmuseum.com/index2.html)

Saç Müzesi – Avanos, Türkiye

İşte bizden bir örnek, hem de Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş çok iyi bir örnek. Kapadokya ve Peri Bacaları’nı görüp de kendinden bir parçayı geride bırakmayanımız var mıdır bilinmez. Avanos Saç Müzesi’nin de kuruluşu böyle bir sebebe dayanır. Buyrun okuyalım.

Müzenin sahibi geleneksel yöntemlerle çömlek üreten ve aynı zamanda da pansiyon işleten Galip Korukçu’dur. 1979 yılı, Galip Ustamız uzaklara giden bir hanım dostundan (Usta; aramızda kalsın ama bu dostluk bana bir gönül işi gibi geldi. Ne dersin?) kendisini hatırlatacak bir şeyi kendisine bırakmasını ister. İsimsiz kurucumuzda saçından kestiği bir tutamı Galip Usta’ya bırakır. Ustamız da kendisine bırakılan o mis kokulu bir tutam saçı atölyesinin duvarına asar. Sonrası zaten kumaş söküğü gibi gelir. Atölyeyi ziyaret edenler, önce Galip Usta’dan duvardaki bir tutam saçın hikâyesini dinler. Elbette böyle romantik ve gizemli bir hikâyeyi duyup da etkilenmeyecek kadın azdır. Ben de bırakmak isterim diyenlerin yapacağı şey çok basittir. Hazırda duran makas ile bir tutamı saçından kesip, atölye olarak kullanılan mağaradaki buldukları boşluğa, üzerine adını ve kendisine ulaşılabilecek bir irtibat bilgisinin -ki bu isteğe bağlı- yer aldığı bir kâğıdı da ekleyerek duvara iliştirirler. Böylece hayatta iken bir müzede yer alıp ölümsüzleşmenin tadına varırlar.
 
Bugün müzede sergilenen saç sayısı 16 bine ulaşmış ve Galip Usta’nın Saç Müzesi’nin şekilde bırakılan saç sayısı 16 bin civarında olup, bu sayı müzenin Guinness Rekorlar Kitabı’na girmesine neden olmuştur.
 
Müzede sergilenen saç sayısı her geçen gün daha da artmaktadır. Bunun bir sebebi ziyaretçilerin ölümsüzleşme arzusu olurken, diğer bir sebebi de Galip Usta’nın her yıl bir veya iki kere atölyesine gelen müşterilerden 10 tanesine, birer adet saç seçmelerini söyleyerek bir çekiliş yapmasıdır. Talihlerin ödülü 3-4 günlük misafirlik ve atölyede alınan çamurdan çömlek yapma kursudur. Eminim sizin de aklınıza neden sadece kadın saçı diye sormak gelmiştir. Müsaade ederseniz saçı olmayan bir erkek olarak buna ben cevap vereyim, ziyaretçi erkekler arasında doğacak haksız bir rekabeti önlemek adına, sanatçı duyarlılığı taşıyan Galip Usta’nın kel erkekler için yaptığı pozitif ayrımcılık.

Ekmek Kültürü Müzesi – Ulm, Almanya

Böyle bir müze nerede kurulmuştur dersiniz? Benim gibi yılda kişi başı 150 kg ile ekmek tüketiminde açık ara önde olan ülkemizde olduğunu düşünenlerdenseniz, feci şekilde yanıldığınızı baştan söylemeliyim. Türünün en eski ve en seçkin örneği olan bu müze Türkiye’den sonra kişi başı 90 kg tüketimle en fazla ekmek tüketen ikinci ülke Almanya’da bulunuyor. Ekmeğin 6 bin yıllık tarihine adanmış müze un ve unlu mamuller üreticisi olan Willy Eiselen ve oğlu Hermann Eiselen’in insanüstü gayretleri ile kurulmuş. 1955 yılında bir dernek olarak kurulan müze ilk kalıcı sergisini 1960 yılında ziyaretçilerin beğenisine sunar. Mütevazı bir teşebbüs olarak başlayan müze, 1991 yılında Eiselen ailesi tarafından kurulan vakfa devredilir. 2004 yılında bir milyonuncu ziyaretçi ağırlanır. Peki, bu bir milyon kişi bu müzede ne görmek için gelmiştir, ekmek mi? Elbette hayır, müze kurucuları da ekmeğin müzede sergilenecek bir obje olmadığını, sadece bir yiyecek olduğunu kabul ederler. Müze yaklaşık 18 bin parçayı bünyesinde barındırır, bunlardan 700 tanesi “Buğdaydan Ekmeğe” ve “Adam ve Buğday” adlı iki sürekli sergide ziyaretçilerin beğenisine sunulur. Sergilenenler arasında tahılın yetiştirilmesi ve bunları gösteren resim, heykel, tarihi objeler, un öğütülmesine, hamur yapımına dair filmler ve Taş Devri’nden günümüze kadar ekmek fırınlarının gelişimini gösteren sunumlara yer verilir.

(Daha fazla detay için bkz.http://www.museum-brotkultur.de/index.php?option=com_content&view=articl...…).

Tuzluk ve Karabiberlik Müzesi - Gatlinburg, Tennessee ABD

Evinizde kaç tane tuzluk ve karabiberlik var? 1, 2 hadi bilemediniz bir de misafir için sakladığınızla 3 çift olsun. Fazlasını zaten evde koyacak yer bulamazsınız. Peki, bir anda bundan evinizde 20 bin çift olduğunu düşünün desem? “Yok artık, nereye koyacağız bütün bu kadar tuzluğu, karabiberliği, çıldırdın mı sen?” dediğinizi duyar gibiyim. Ben değil ama şimdi size bahsedeceğim Andrea ve Rolf adlı karı koca tuzluk ve karabiberlik denilince çıldıranlardan. Son 25 yıldır topladıkları en eskisi 15. asırdan kalma -ki Andrea bir arkeolog, bu işten iyi anlar- 20 bin adet tuzluk ve karabiberlikle (1.500 tanesi biber değirmeni) sonunda bir müze açmaya karar verirler. Böyle bir koleksiyona başlama hikâyeleri de müze açma fikri kadar ilginçtir. 1980’li yıllarda Güney Amerika’dan ABD’ye göç ettiklerinde ihtiyaçları olan ev eşyalarını bitpazarlarından temin etmeye başlarlar. Önce komşularından birinin evdeki fazlalıklarını elden çıkardığı bir garaj satışından bir tuzluk alırlar. Sonra arkası hızla gelir. Yer problemi baş gösterince de pencere önüne koyup, sergilemeye başlarlar. Sonra bu durumu gören komşuları zaman içinde ellerindeki fazlalık tüm tuzluk ve biberlikleri çifte getirmeye başlar. Onlar da boş durmaz ardı ardına yeni tuzluklar, karabiberlikler alırlar.

Derken inanılması güç sayılara ulaşır koleksiyonları. Sonra iş müzeye kadar gider. İyi de ne işe yarar diyenlere cevapları da “Biz burada tuzluk ve karabiberliğin işlevini ve tarihini tüm dünyaya anlatmaya çalışıyoruz ve türümüzdeki tek müzeyiz.” şeklinde oluyor. Bu garip müzenin kurucusu ve küratörü olan çift sergilemede uyguladıkları ilginç bir yöntemle de ziyaretçilerin dikkatini çekiyor. Tuzluk ve karabiberliklerin bazılarının yanlarına o obje ile alakalı bugüne kadar -gerek ziyaretçilerce, gerekse de dünyanın dört bir yanındaki meraklılarca- sorulmuş soru sayısını bir nevi derecelendirme göstergesi olarak yazıyorlar. Her yeni soru ile de veri güncelleniyor. Bununla da müzeyi uçuk, kaçık bir girişim olmaktan çıkarıp, güvenilir bir referans kaynağı haline getirdiklerine inanıyorlar. Aramızda kalacağından emin olduğum ve duyarsalar Andrea ile Rolf’i üzecek bir sırrı sizlerle paylaşmak isterim. Tuzluk ve Karabiberlik Müzeleri iddia ettikleri gibi dünya üstünde tek olmayıp, bir benzeri de İspanya’da Castell de Guadalest’de mevcuttur. Aman aramızda kalsın!

Dondurma (Gelato) Müzesi - Bologna İtalya

Hangi müzede gece kapalı kalmak istersin diye sorsalar cevabım tereddütsüz Dondurma Müzesi olur. Belki de ondandır bu müzeye bir parça iltimas geçmem. Aslında bakıldığına şu ana kadar anlatılan müzeler içinde en sanayileşmişi ve bu alanda faaliyette bulunan dünya devi bir firmaca kurulmuş olan müzedir. İtalya'da Bologna'da bulunan ve 2012 yılında ziyaretçi kabulüne başlayan müzenin kuruluş amacı; dondurmanın ortaya çıkışından bugüne kadarki tarihî sürece ışık tutacak kültürel ve teknolojik gelişmeleri sergilemek, bu konudaki yaratıcı kişilerin fikir ve buluşlarının arkasındaki motivasyon unsurlarını ortaya koymak olarak belirlenmiş. Bu maksatla 10 bin parçadan fazla tarihî görseli, dokümanı, makinayı, ekipmanı ve ilgililerle yapılmış röportajların video kayıtlarını bünyesinde barındırır. Bu müzede her yaş grubundan ziyaretçinin müze içinde yapılan interaktif turları ve sonrasında hediyelik eşya dükkânına ulaşmayı dörtgözle beklediğini bilmem söylememe gerek var mı?

(Daha fazla detay için bkz. http://www.gelatomuseum.com/en/)

www.gezmekyetmez.com

Oğuz Otay

Yazar Hakkında

Oğuz Otay

Seyahat için doğmuş olmasından mıdır bilinmez kırkı çıkar çıkmaz Diyarbakır havaalanından uçağa binerek ilk seyahatini yaptı. Çocukluk yıllarında ailesinin görevi gereği spor kafileleri ile birlikt