Sırbistan’a en son gideli tam 2 sene olmuş. Son gidişimizde hem Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı gezmiş hem de ülkenin en popüler kayak merkezlerinden Kopaonik Kayak Merkezi’ni ziyaret etmiştik. Çok da güzel ve keyifli vakit geçirmiştik. Bu kez yeni bir Sırbistan gezisi planladık ama elbette bu kez keşfedeceğimiz yerler bambaşka.
THY ile Sırbistan’ın giriş kapısı Belgrad’a indik. İstanbul’dan saat 18:40 gibi havalanan uçağımız yerel saat ile 19:25’te Belgrade Nikola Tesla Havalimanı’na indi. Sırbistan ile aramızdaki saat farkı sadece 1 saat. Dolayısıyla toplam uçuş süremiz 1 saat 45 dakika oldu. Yani haftasonu bir şey yapmak için gidelim derseniz bu mümkün, çünkü ulaşımı çok kolay.
Turumuzda bize rehberlik edecek olan ve Türkçe’yi neredeyse bizden daha iyi konuşan Veliko, bizi indiğimiz gibi karşıladı. Veliko ile birlikte otoparkta bizi bekleyen aracımıza doğru yürüdük ve şoförümüz ile tanıştık. Yaklaşık 65-70 yaşlarında, hayatının büyük çoğunu Hollanda’da otobüs şoförlüğü yaparak geçirmiş ve hiç İngilizce konuşamayan sevimli bir amcaydı kendisi. Hem rehber hem de şoför ile frekansımız tuttuğuna göre gezinin güzel geçeceğinin sinyalleri de artmaya başladı tabii.
Uçakta her ne kadar güzel bir servis almış olsak da söz konusu Balkan mutfağı olunca insanın iştahı kabarıyor. O nedenle havaalanından doğruca Belgrad’ın Sava Nehri kenarında, kentin en popüler mekanlarının yan yana sıralandığı Vojvode Bojovica Bulvarı’na paralel uzanan kordon bölgesine gittik.
Buradaki restoranımız Faro (by Fish & Zelenis). Çok şık ve nezih bir restoran olan Faro’da, ana yemek olarak susamla kaplanmış somon ızgara ve midyeli risotto tercih ettik. Nefisti. Tatlı olaraksa acuka dondurma seçtik. Peki tadı nasıldı? Biliyorsunuz acuka aslında kırmızı biber ve domatesten yapılan bir tür sürme. Ama burada öyle bir dondurma yapmışlar ki, sormayın! Sadece bu farklı lezzet için bile buraya gelinir.
Yemeğin ardından bir sonraki güne hazır olmak için konaklayacağımız Mercure Hotel’e gittik. Ben de Murat da Mercure’leri çok seviyoruz. Çünkü hem hep belirli bir kalite standardını koruyor, hem de genelde çok merkezi konumda oluyorlar.
Güzel bir uyku sonrası yeni güne hazırız. Bugünün ilk durağı Belgrad’ın 85 km doğusunda yer alan Viminacium. “Viminatium” adıyla da bilinen Viminacium, Mlava Nehri’nin Tuna Nehri’yle birleştiği noktada, günümüzdeki Kostolac Kasabası yakınlarında konumlanıyor. M.S. 1. yüzyılda kurulmuş ve M.S. 6. yüzyıla kadar aktif olarak kullanılmış olan kent, dönemin en önemli Roma kentlerinden ve askeri yerleşimlerinden biridir.
117-138 yılları arasında Hadrian döneminde buradaki yerleşim bir belediye statüsü kazanmıştır. Viminacium tarih boyunca Roma İmparatorluğu’nun neredeyse tüm askeri harekatlarında kritik bir rol üstlenmiş. Ancak burası sadece askeri alanda değil, ticaret alanında da büyük öneme sahip bir merkez durumundaymış. Tuna Nehri üzerinde bulunması sayesinde de bu bölgenin ekonomisi hızla gelişerek zenginleşmiştir.
2018 itibariyle, buradaki arkeolojik sit alanının sadece %3 ila 4'ü keşfedilmiş durumda. Biz gittiğimizde halen bazı alanlarda kazı çalışmaları devam ediyordu.
Viminacium’u ilk olarak mezar alanından gezmeye başladık. Hatta rehberimizin belirttiğine göre, burada günümüze kadar 14.000’in üzerinde mezar bulunmuş. Düşünün ne kadar geniş ve büyük bir antik yerleşim yeri olduğunu... Rehberimizin anlatımı sonrası bazı mezar odalarına gitmek üzere yerin altına doğru iniyor, dar ve karalık geçitlerden geçiyoruz. Buradaki bazı mezarların içinde freskolar var ve bunlar günümüze kadar ulaşabilmiş.
Burada gördüğümüz bir fresko oldukça ilgimizi çekiyor: Venüs’ün freskosu. Neden mi? Çünkü pek çok yerde Venüs’ün freskosu hep tam boy resmedilir ama buradakinde sadece belden yukarısı görünen bir Venüs var. Bu freskoyu bulanlar da ilk zamanlarda bu duruma pek anlam verememişler. Ama daha sonra konuyu anlamışlar. Freskonun altındaki mezarda belden aşağısı olmayan bir kadına ait kemikler bulunmuş.
Mezarlardan sonra sıradaki durağımız Antik Roma hamamları. Burası da kesinlikle görülmeye değer. Hamamların büyüklüğü bize kentin büyüklüğü ile ilgili de biraz bilgi verebiliyor.
Hamam bölümünden çıkıp biraz daha yürümeye devam ettiğimizde rekonstrüksiyonu yaptırılmış olan bir Roma amfi tiyatrosu görüyoruz. Normalde amfi tiyatrolar taştan inşa edilmiş oluyor ama bu amfi tiyatronun yapımında ahşap kullanılmış. Önündeki gelincikler eşliğinde çok güzel bir poz veren yapıydı. Burada zaman zaman konser, tiyatro ve müzik dinletisi gibi etkinlikler de organize ediliyormuş.
Viminacium’daki son durağımız ise müze alanı. Genişçe avlusu olan bir yapı içerisinde yer alan müzenin girişinde İstanbul’un kurucusu olan Roma İmparatoru Constantin’in heykeli yer alıyor.
Müzenin içinde ise Viminacium’un maketi ve Roma imparatorlarının büstleri sergileniyor. Müze çok büyük değil ancak içerisindeki maket o dönemki şehir planlama mantığını ve kentin ne kadar geniş bir alana yayıldığını görebilmek açısından önemli.
Bir sonraki durağımız Tuna Nehri kıyısında yer alan Golubac Kalesi olacak. Bu yazımı da okumayı atlamayın!
Sırbistan gezimizin sonraki yazıları:Sırbistan Gezisi (2): Golubac Kalesi ve Hikayesi
Sırbistan Gezisi (3): Lepenski Vir ve Hikayesi
Sırbistan Gezisi (4): Djerdap Milli Parkı
Sırbistan Gezisi (5): Felix Romuliana
Sırbistan Gezisi (6): Niş
Sırbistan Gezisi (7): Davolja Varos
Sırbistan Gezisi (8): Novi Pazar