Yeni yıl gelince sizin de içinizi bir heyecan kaplıyor mu? Ben yeni yıl dönemini çok severim. Aslında yaşantımızda değişen pek bir şey yok, hayat yine akışında seyrediyor. Ama kısa bir süre de olsa bu coşkuyu neden yaşamayalım?
Sokaklardaki ağaçlar, meydanlar, dükkan vitrinlerinin ışıl ışıl donatılması, herkesin sevdikleri için hediye almak için tatlı telaşı, cicili biçili paket kağıtlarının alınarak hediyelerimizin özenle ve sevgiyle paketlenmesi, evimizi ve yılbaşı ağaçlarımızı süslemek yaşamımıza biraz heyecan katmak çok hoş değil mi? Özenti diyenler var, 'bizim adetimiz değil' diyenler de var ama 'çam ağacı süslemek eski bir Türk adetidir' diyenlere inanalım ve yüreğimizi pozitif tutalım bence.
Yılın bu günlerinin farklı bir ruhu var bence, Avrupa ülkeleri, Amerika ve Avustralya da bu ruhu en güzel ve coşkulu biçimde kutlayan birkaç ülke. Bu ülke şehirlerinin birçoğunda her yıl Aralık başı gibi kurulan Noel pazarları ile kentler bambaşka bir havaya bürünürken ülke halkı da heyecanla bu etkinliği bekliyor. Bizler gibi gezgin ve turistler için de yeni ve ilginç bir tur rotası oldu son yıllarda.
Bu pazarlarda sevdikleriniz için her türlü hediyelik eşyaların yanı sıra Noel kekleri, kurabiyeler, çikolatalar ve yöreye özgü lezzetler bulabilirsiniz. Hava soğuk ama üşürseniz içinizi sımsıcak ısıtacak ve kış günlerinin değişmez lezzeti “gluhwine” içebilirsiniz, şeker, çeşitli baharatlar (özellikle tarçın ve karanfil) ve kırmızı şarapla yapılan içinizi olduğu kadar ellerinizi de ısıtacak özel bir içecek.
Festivalin havası, coşkusu sadece pazarlarda değil, şehrin tamamına yayılıyor. Şehir meydanına ve çeşitli yerlerine kurulan süslü ve ışıklar içindeki çam ağaçları, dükkan vitrinlerinin, evlerin, restoran ve kafelerin pencerelerindeki süsler ile tüm şehir Noel ve yeniyıl kıyafetleri ile şehirleri ve ruhumuzu aydınlatıyor.
Ben birkaç Noel ve Yılbaşını yurt dışında geçirdim. Bunlardan en çok aklımda kalan ve keyif aldığım Tallinn (Estonya) kenti ve Noel Pazarı olmuştu. Unesco Dünya Mirası listesindeki bu muazzam tarihi kentin mimari zenginliklerini gezdikten sonra meydanda kurulan Noel Pazarı'na gittik. Her yerde gördüğümden çok daha farklı ürünler bulduğum pazardan epey alışveriş yapmıştım. Keçe beremi ve hakiki keten şal ve masa örtülerimi halen kullanıyorum. Beni hayal kırıklığına uğratan tek şey, yılbaşını çağrıştıran kar yağmaması idi. Derken bir anda kar serpiştirmeye ve daha sonra ise lapa lapa kar yağmaya başlamıştı. O anki sevincimi anlatamam, meydanda şarkı söyleyerek dans ettiğim bu tatili hiç unutamam.
Geçtiğimiz hafta içinde da bir nehir gemisi ile Avrupa'nın güzel kentlerinin birkaçında kurulan Noel pazarları gezisi katıldım ve sizlerle bu hoş, keyifli, eğlenceli ve dolu dolu geziyi, gördüğüm yerleri ve tabii Noel pazarlarını paylaşmak istedim.
Nehir gemileri 5 yıldızlı, 15 katlı dev gemilerden çok farklı. Sadece 2 katlı ve çok pratik. Geminin orta kısmındaki kapıdan resepsiyon alanına giriyoruz, ön tarafı hem bir çay salonu, hem bar, hem de akşamları canlı müzik ve dans pisti ile eğlenceli bir yer, alt katı ise restoran, kıç tarafında iki kat kamaralar yer alıyor. Masaj, spa ve kuaför de mevcut.
Bu gezi için İstanbul’dan Frankfurt’a uçuyoruz ve havaalanında bizi bekleyen aracımızla kısa bir şehir turu yapıyoruz. Ünlü üniversite binasını, opera binasını görüyoruz. Bu güzel şehir turundan sonra kentin Noel pazarına gidiyoruz, nasıl bir kalabalık, coşku ve neşe içinde dolaşan, alışveriş yapan, yemek yiyen, bira içen insanlar. Buraya kadar gelmişken bira-patates-sosis üçlüsü kaçınılmaz tabii.
Çevredeki evler o kadar şirin ve süslemeleriyle hoş ki insanın içi açılıyor.
Biraz ileride kuleleri görünen kiliseye doğru yürüyorum. Küçük, şipşirin bu kilise ünlü St. Nikolai, Ortaçağ Lutheran Kilisesi.
Bizim bu turdaki rotamız Ren Nehrinde ve Mainz Limanı'ndan başlıyor. Bu nedenle Frankfurt'tan Mainz limanından gemimize biniyor ve kamaralarımıza yerleşiyoruz. Gemimiz yol alırken biz de gece manzaralarını izliyoruz. Gemimiz tüm gece yol alacak ve sabah Mannheim limanında uyanacağız.
İkinci Gün
İkinci günümüzde Mannheim kentindeki panoramik turumuzda göreceğimiz yerler, Baroque Palas, Su Kulesi ve kulenin karşısındaki Benz Motorcar adı verilen dünyanın ilk motorlu aracı, üç tekerlekli bir otomobil, dünyanın içten yanmalı motora sahip arabası, 1885 yılında, Alman makine mühendisi Karl Benz’in tasarlayıp inşa ettiği ilk Mercedes’i gördükten sonra Romalılar tarafından kurulmuş kent Speyer’e, Almanya'nın ihtişamlı barok mimarisiyle ilgi uyandıran kentine gidiyoruz.
Yine ışıltılı, canlı Noel Pazarları ile daha fazla turist çeken Unesco Dünya Mirası listesindeki Speyer Katedrali. Tarihi 1061 yılına uzanan, bir hac yeri ve Aziz Stefan ve Meryem'in Göğe Yükselişi İmparatorluk Katedrali. İçi oldukça sade ancak yapı ve hemen önündeki heykel görülmeye değer.
Speyer Teknik Müzesi hemen önündeki dev yolcu uçağı maketi ile ilgi çekiyor.
Öğleden sonraki rotamız Heidelberg, Almanya'nın en eski ve Avrupa’nın en iyi Tıp ve Eczacılık Üniversitesi olma özelliğine sahip Heidelberg Üniversitesi bu şehirde. Kentin bir ünlüsü hatta simgesi de 15.yüzyıl mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Heidelberg Kalesi, kente hakim Königststhul tepesinde kurulmuş. () Alpler'in kuzeydeki en önemli Rönesans yapıları arasında, 17 ve 18.yüzyıllarda hayli yıkılmış ancak kısmen inşa edilmiş. Dünyanın en büyük fıçısını kale içindeki müzede görebilirsiniz. Şehir ise, yemyeşil tepelerin arasından akan Neckar Nehrinin iki yakasına kurulmuş köprülerin en ünlüsü ise Carl Theodor Köprüsü. Kent merkezinde 1,5 km.yi bulan trafiğe kapalı en uzun yaya yolu, sağlı sollu dükkanlar ve kafeler olan bir caddesi var. Bu caddenin başındaki Kutsal Ruh Kilisesinin önüne kurulmuş olan Noel pazarını da gezerek gemimize dönüyoruz.
Ertesi sabah Fransa sularında uyanıyoruz. STRASBURG yakınlarında demirleyen gemimizden ayrılıp kısa bir şehir turundan sonra, kent merkezine doğru muhteşem manzaralar ve bir masal şehrini andıran evleri izleyerek keyifle yürüyoruz. Alsas Bölgesi, Petite France semtinde nehrin kenarında dizilmiş evlerin nehre yansıyan siluetleri öylesine hoş ki.. Fotoğraf çekmeye doyamıyorum. Fransa'nın kuzeydoğusunda yer alan kent, Unesco Dünya Mirası listesindeki muazzam katedrali ile Noel pazarlarının coşkusu bu kentte bir başka güzel.
Yerli yabancı turistler Kleber Meydanı'nda kurulmuş olan dev çam ağacı altında fotoğraf çektiriyor, şehrin farklı yerlerindeki pek çok Noel pazarını geziyor. Elbette en muazzam görüntü Notre Dame Kilisesi.
Öğle yemeği için gemimize dönüyor ve yine otobüsle Strasbourg’a 80 km.olan, Alsace Bölgesinin İncisi COLMAR’a hareket ediyoruz. Fransa’nın Colmar kasabasını çok duymuş, epeydir gidip görmek istiyordum. Burası gerçek bir masal diyarı, adeta bir film seti, Ortaçağ devrinde yaşıyorsunuz gibi... Kasaba aynı zamanda "Alsas şarap başkenti" olarak anılıyor.
Ren bölgesinin en güzel Noel pazarlarından biri olan kent inanılmaz şirin ve renkli süslemeli evleri ile adeta birer kremalı pasta.. Küçüklü büyüklü birçok kanal bulunan kente Küçük Venedik de deniyor. Tüm sokaklar Arnavut kaldırımlı kıvrımlı sokaklar ve su kanallarında gondolla gezenlerle neşeli, capcanlı. Kentin girişinde küçük bir örneğini gördüğümüz New York daki Özgürlük Heykeli'nin mimarı Frederic Auguste Bartholdi buralıymış ve kent de onun eseri. Gezmeye doyamasak da Strasbourg’a, gemimize dönüyoruz.
Bugünkü gezimiz Almanya’nın, Tarihi Kara Orman bölgesinin incisi Baden Baden kenti.
Baden-Baden 18. yy sonrası Avrupa Aristokrasisi için vazgeçilmez bir zerafet ve dinlence merkezi olmuş. Şehir turumuzda Dostoyevski’nin Kumarbaz romanının geçtiği tarihi Casino Binası, bir zamanlar Rus Aristokrasisin doldurduğu Lichtentaller Allee Caddesi civarındaki zarif konakları ve tabii Noel Pazarını ziyaret ediyor, en güzel Noel süslemelerini de burada görüyoruz.. Gemimize dönüş zamanı.
Bu sabah Unesco Dünya Mirası listesindeki RÜDESHEİM turist kentindeyiz.
10.000 nüfuslu kente yılda 2 milyon turist geliyormuş. Kilometrelerce uzanan ünlü Şarap bağları bulunan kentte yapılan kazılarda bulunan cam parçalarından uzun yıllardır şarap üreticiliği yapıldığı düşünülmekte. Sabah gemimizin hemen önüne yanaşmış olan turistik mini trene “Winzerexpress” biniyor ve bağlar arasından dolaşarak kente ulaşıyoruz. Küçük ama çok sevimli bu şarap yapım kenti, bu bölgedeki Unesco Dünya Mirası listesindeki bölgenin bir parçası. Dar sokakların iki yanındaki ahşap Ortaçağ dokulu evler renkli ve ışıklı Noel süsleri ile çok daha sevimli ve hiç bozulmadan korunmuş. Ancak bu kentin en ilginç yeri, hiç şüphesiz Siegfried Müzik Aletleri Salonu.
Kesinlikle kaçırılmaması gereken, her ne kadar sahibi müze yerine salon demeyi tercih etse de müthiş bir müze. 1960'larda Alman koleksiyoner Siegfried Wendel, büyükbabasından kalma 100 kadar duvar saati ile koleksiyona başlar. Daha sonra kendisine getirilen ceviz kaplama ahşap, inanılmaz güzel mobilya içinde birçok aletten oluşan adeta bir müthiş bir orkestra gibi müzik kutusuna hayran kalır ve koleksiyonu genişletir ve 1780-1930 arası üretilen müzik aletleri ile dünyada eşi olmayan bir ilke imza atarak onlarca aletten oluşan bu müzeyi halka açar. Tarihi bina da zaten aileden kalma, yer döşeme ve tavan süslemeleri ile görülmeye değer.
Bu arada mutlaka, hemen her kafede, şeker, rom, süt ve kahveden yapılan bol köpüklü ünlü Rüdesheim kahvesinden içmeden buradan ayrılmayın, sunumu ve servisi çok ilginç. Dilerseniz de yöreye özgü bira Schöfferhofer içebilirsiniz. Bu güzel evleri, kahvesi, müzesi ile şirin yerden biz de istemeyerek ayrılıyoruz.
Gemimiz öğle yemeği sonrası hareket ederek Ren nehri üzerinde Rüdesheim'dan hareketle Loreley Geçidi’inden geçerek son durağımız KÖLN’e doğru yol alırken bizler de rahat koltuklarımızda, geçit boyunca, sağlı sollu nehrin iki kıyıdan yükselen yamaçlardaki şarap bağlarını ve yamaçların üstündeki sivri tepelerde yer alan sayısız tarihi kale ve şatoları ve güzel kasabaları izliyoruz.
İlk kez gündüz seyri yapıyor ve bölgenin ünlü Reisling (beyaz) şarabımızı yudumlarken, gezimizin son gününü hayli keyifli tamamlıyoruz. Bonn şehri önünden seyrederken hava kararmaya yüz tutmuş ve ışıklar içindeki büyük kent çok ihtişamlı görünüyordu.
Dönüşümüz Köln Havalimanından, bu nedenle son durağımız Köln’e akşam saatlerinde yanaşıyoruz. Katedral muhteşem ışıklar altında tam karşımızda yükseliyor. Sabah önce bir şehir turu yaptıktan sonra son durağımız Katedral Meydanına geliyoruz. Yıllar önce geldiğim Unesco Dünya Mirası listesindeki Köln Katedrali'nin muhteşem görüntülerini bir kez daha karelerime alıyorum. Hristiyanlığın Katolik mezhebi için bir ibadethane olarak açılmış olan Katedralin yapımı 1248 yılında başlamış ve 632 yıl sürdükten sonra 1880 yılında hizmete açılmış.
Gezimiz sona ermeden ünlü Köln birası (Kölsch) içmeden dönmek olmaz tabii. Bu kentte bu birayı içmek su içmek gibi bir şey, bira meraklılarının iştahını açan bir bira, zaten içimi hafif ve birçok bira üreticisi halen geleneksel biralarını üretiliyorlar. Kölsch birası Almanların ünlü dev boyutlardaki bardakları yerine su bardağına yakın bir bardakta geliyor. Birahanelerde garsonlar sürekli ellerinde dolu bardakları tepsilerle dolaşıp, siz “istemiyorum” demedikçe ya da bardakaltını bardağınızın üstüne kapatmadıkça biranızı tazeliyorlar. Hesabı da, bu bardakaltlığına atılan çiziklerin sayısına göre ödüyorsunuz.
Böylece muhteşem bir gezimizi tamamlıyor ve gördüğümüz Dünya Mirasları, tarihi kentler, nehir manzaraları, yediğimiz güzel yemekler, ünlü Kölsh birası, Reisling şaraplarının damaklarımızdaki tadıyla ve güzel anılarla ülkemize dönüyoruz.
Sizler de belki seneye böyle bir gezi planlayabilir, yeni yıla güzel anılarla girersiniz.
Herkese önce sağlıklı, neşeli bol gezili yepyeni bir yıl diliyorum. Yeni yılda yeni destinasyonlarda buluşmak üzere...