Interrail ile Berlin

Berlin, yazarak kolay kolay anlatılabilecek bir şehir değil… Farklı o, benzeri var mı diye düşünüyorum ama bulamıyorum. Avrupa’nın sanayi devi, bildiğimiz bütün mühendislik harikası araçları üreten, güven duyduğumuz markaların sahibi Almanya’nın başkenti. 3,5 milyonluk şehri farklı kılan birçok yönü var.

Uluslararası bir şehir aslında Berlin, Avrupa değil belki de Dünya Başkenti olanlardan; çünkü tam 190 farklı ülkeden insan bu şehirde bir arada yaşıyor şu an. Zamanında Hitler’in yaşattığı tüm acılara; sonrasında Doğu ve Batı Almanya’yı ayırmak için 1961-1989 arasında şehrin içerisindeki dev duvarlara rağmen şu an toleransın merkezi konumunda. Bu kadar yakın tarihte büyük yıkımlar yaşasa da; insan gücünün nelere yetebileceğini de gösteren bir şehir Berlin. Duvarın yıkılmasının üzerinden henüz 30 yıl bile geçmemişken; içinde her şeyi bulabileceğiniz, fazlası var eksiği yok bir Berlin yaratmayı başarmış Almanlar. Helal olsun diyerek, bazen ayakta alkışlayarak; Berlin’i bir Berliner gibi yaşamaya başlamak istiyorum!

Pazar günü varıyoruz biz Berlin’e. Ne yapar acaba bu Berlin ahalisi pazarları diyoruz ve karşımıza iki cevap çıkıyor; Mauerpark Bit Pazarı ve Tiergarten.

Mauerpark pazarları kurulan çok büyük bir ikinci el eşya pazarı; arayıp da bulamayacağınız yok desem yeri. Sadece ikinci el eşyalar da değil, tasarım ürünleri ve aynı zamanda küçük arabalarda dünya mutfağından bütün lezzetleri bulabileceğiniz bir panayır sanki. Ubahn ile pazara ulaşması da oldukça kolay; Eberswalder Strasse durağı ineceğiniz istasyon.

Tiergarten ise Berlin’in en büyük parkı. Bir haftasonu aktivitesi olarak herkes piknik yapmaya, koşuya, bisiklet binmeye, arkadaşlarıyla buluşmaya bu parka akıyor. İçerisinde göl, nehir, hayvanat bahçesi ne ararsan bulabileceğin bir park Tiergarten; ne kadar da şanslı bazı insanlar dedirten türden. Benim Tiergarten’daki favori mekanım ise Cafe Am Neuen See; göletin yanı başına kurulmuş bir bira bahçesi ya da başka deyişle, bir mabet! İsterseniz gölde kayık kullanabilir; isterseniz ise birbirinden efsane Alman biralarını sırayla denemeye bu keyifli ortamda başlayabilirsiniz. Park çok büyük olduğu için nereden girerseniz sizin için daha rahat olur diye bakmayı unutmayın ama biz Zafer Sütunu’nun olduğu girişi kullanmayı tercih ettik.

Bir şehre gelince, o şehrin simgesini görmek için sabırsızlananlardansanız siz de; Tiergarten sonrası yolunuzu Brandenburger Tor’a (Brandenburger Kapısı) çevirin. Zamanında Doğu ve Batı Almanya’yı ayıran kapı, şu an birleşmenin ikonu konumunda. Berlin’in en turistik noktalarından; ama hem gece hem de gündüz görülmesi ve fotoğraf çekilmesi gerekenlerden.

Brandenburger Tor’un arkasında ise Reichstag bulunuyor; Parlamento Binası da cam kubbesi ve ışıl ışıl aydınlatmasıyla gece ve gündüz görüntüsü farklı olanlardan. Parlamento Binası rehberli turlarla gezilebiliyor; biz gezmeyi tercih etmediysek de siz gidecekseniz ziyaretiniz öncesinde internetten rezervasyon yaptırmakta fayda olduğu söyleniyor.

Berlin’deki ilk günümüz olan pazarı dolu dolu keyifle geçirdikten sonra, ikinci günümüz için oldukça heyecanlıydık. Çünkü “Berlin Duvarı”nın önemli noktalarını içeren bir rota çizdik kendimize. Sabah kalabalıklar artmadan yola koyuluyoruz; ama öncesinde kaldığımız bölge olan Kudamn’da yer alan Kaiser Wilhelm Gedachtniskirshe’yi ziyaret ediyoruz. 2. Dünya Savaşı’nda bombalanan kilise, o günkü haliyle bırakılmış durumda; bu yüzden Yıkık Kilise olarak da geçiyor. Kilisenin içerisindeki mozaikler ise gerçekten inanılmaz. Kudamn şehrin önemli alışveriş noktalarından; lüks mağazaları bulabileceğiniz Kadewe ve son zamanların Berlin manzarası da sunan en ünlü barı, 25 Hours Bikini Hotel’deki Monkey de bu bölgede yer alıyor.

Eastside Gallery’i görmek için; Ubahn Warschauer Strasse durağı doğru nokta. Duvarın yıkılmayan ve şu an bir Açıkhava Sanat Galerisi olarak kullanılan kısmı Spree Nehri’nin hemen kenarında yer alıyor. Dünyanın birçok farklı ülkesinden sanatçıların duvar sanatını görebileceğiniz bu galerinin bazı kısımları; maalesef insanların üzerine yazı yazması sebebiyle çitlerle çevrilmiş durumda. 1.3 km uzunluğundaki alanda; daha çok barış ve politika içerikli duvar sanatına hayran kalacaksınız.

Berlin Duvarı’nda bizim gittiğimiz dönemde yaklaşık 2 ay sürecek ve Eylül sonuna kadar devam edecek “Duvarda Savaş” isimli bir sergi vardı. Suriye’deki savaştan fotoğraf karelerinin ve Suriyeli insanların gerçek hayat hikayelerinin paylaşıldığı sergi ile duvarı gezmek; insanın boğazının düğümlenmesi, duvarın yıkılmasından yıllar geçse de hala büyük savaşların devam ettiğinin acı bir şekilde gözler önüne serilmesiydi ne yazık ki benim için.

Eastside Gallery'yi ziyaretimizden sonra yine Berlin Duvarı’nın önemli noktalarından biri ile Postdamer Platz durağından turumuza devam ediyoruz. Postdamer Platz şu an gökdelenlerin yükseldiği çok modern bir meydan, Avrupa tarihinde ilk trafik ışıklarının da kullanıldığı yer. Trafik ışıkları demişken, Berlin’in turistik sembollerinden birinin Ampelman; yani Lamba Adam olduğunu söylemekte fayda var. Eskiden Doğu tarafında olan ışıklarda kendisine rastlayabilirsiniz.

Postdamer Platz’ın önünde Berlin Duvarı’ndan bazı kısımlar bırakılmış durumda, duvarın öncesi ve sonrasını kısaca anlatan ve fotoğraflarla sergileyen bir bölüm de burada. Postdamer Meydanı’ndan yolumuzu Niederkirschner Caddesi’ne çeviriyoruz; çünkü Berlin Duvarı’nın olduğu gibi bırakılan önemli bir bölümü bu caddede yer alıyor; Topographie des Terrors Müzesi’nin hemen önünde bulunan bu alanı siz de ziyaret etmeden geçmeyin.

Topographie des Terrors Müzesi’nin bulunduğu caddeden devam ettiğinizde ise Charlie Check Point (Kontrol Noktası) karşınıza çıkacak. Yine Berlin’in en çok fotoğraflanan noktalarından biri olan kontrol noktası; duvarın olduğu dönemde Doğu ve Batı Almanya arasındaki geçişlerin kontrolunun yapıldığı yer. Şu an turistlerin küçük bir ücret karşılığında fotoğraf çektirebildiği kontrol noktası; doğu ve batının nasıl ayrıldığını yazılarla ve görsellerle kanıtlar durumda. Amerikan kısmına yani Batı Almanya’ya geçtiğiniz tarafta şu anda da KFC, Mc Donald’s gibi markaların yer alması da bu durumu pekiştirir konumda. Bu arada bütün önlemlere rağmen, farklı metotlarla yaklaşık 5000 kişinin duvarı izinsiz geçmeyi başardığı düşünülüyor.

Kontrol noktasını ziyaret ettikten sonra yolumuzu Mitte Bölgesi’ne yani merkeze çeviriyoruz; Friedrichstrasse durağından başlıyoruz. Friedrichstrasse Berlin’in en büyük ve genelde alışveriş için mağazalarının bulunduğu caddelerden bir tanesi. Asıl ulaşmak istediğimiz yer ise Hackescher Markt ve Hackescher Höfe. Berlin’e gelen herkes en ünlü sokak yemeklerinden birinin Gemüse yani sebzeli döner olduğunu öğreniyor; hatta en meşhurunun Mustafa’s Gemüse Kebap olduğunu da. Ama siz de bizim gibi uzun süre kuyruklar beklemek istemiyorsanız; sebzeli kebabınızı başka bir Mustafa’da; Mustafa Demir’s Gemüse KebabHackescher Markt’ta yiyebilirsiniz. Hackescher Höfe ise tam 9 farklı avludan oluşan içerisinde tasarım mağazaların olduğu bir alışveriş mekanı. Mimarisini görmek ve girişindeki Dulce’nin müthiş dondurmalarını denemek için siz de yolunuzu düşürebilirsiniz.

Artık bir sonraki durağımıza hazırız; Alexanderplatz. Berlin’in en yüksek binası TV Kulesi ve şehrin en eski ve en uzun kilisesi Marienchurch bu meydanda yer alıyor. TV Kulesi’nin tepesinden Berlin’i 360 derece izleme imkanınız da var.

Alexanderplatz’dan sonra Spree Nehri ile çevrelenmiş Museumsinsel; yani Müzeler Adası’na geçmeden önce Berlin Kathedrali’ne uğramayı unutmayın. Girişin 7 Euro olduğu kilisenin tepesine çıkarak Berlin’i izleyebilirsiniz. Bizim gittiğimiz dönemde herkes kathedralin önündeki çimlerin ve son sıcak havaların keyfini çıkartıyordu.

Berlin Kathedrali’nden Museumsinsel’e geçiş yapıyoruz; 5 farklı müzeyi içinde bulunduran adanın tartışmasız en ünlü olanı Pergamon yani Bergama Müzesi. Şu an bir kısmı restorasyon geçirdiği için kapalı olan müzenin en önemli eserlerinden bazıları ise Zeus Sunağı ve Milet Kapısı. Siz de ilgi alanınıza göre, dilediğiniz müzeleri ziyaret planınıza ekleyebilirsiniz.

Müzeler Adası’ndan sonra Berlin’in en büyük caddelerinden birinden “Unten denLinden”den yürümeyi tercih ediyoruz. Bu cadde bizi yine Brandenburger Kapısı’na çıkaracak; gece ışıklı gördüğümüz kapıyı gündüz de görmek istiyoruz çünkü. Brandenburger Kapısı’nı geçer geçmez ise yönümüzü Yahudi Anıtı’na çeviriyoruz. 19.000 metrekare gibi geniş bir alana yayılan anıt, 2. Dünya Savaşı’nın bitiminin 60. yılında 2005’te tamamlanmış. Farklı uzunluklardaki ve boyutlardaki gri taşlar arasında yaşanan acıları düşünmeden; aslında oldukça depresif hissetmeden bu anıttan ayrılabilmek pek mümkün değil maalesef.

Gündüzünü ve önemli noktalarını bolca gördüğümüz Berlin’in şimdi asıl dillere destan hip bölgelerine gitme zamanı. “Kreuzberg Merkezi” diye geçen Türk Mahallesi, artık uluslararası mutfakların bulunduğu restoranları, gece mekanları ve duvar sanatıyla ünlenmiş durumda. Türkiye’den gelip bu bölgeyi ziyaret etmeden dönmek olmaz. Size önerim Ubahn ile Kottbusser Tor durağından bu bölgeye giriş yapmanız; biraz tehlikeli görünebilir ilk anda ama korkmanıza gerek yok! Sonrasında ise Schlesishes Tor ve Warchauer Strasse duraklarının olduğu yöne doğru ilerleyebilirsiniz.

Kreuzberg Bölgesi’nde bütün sokaklarda Türkçe dükkanları; Symrna Kuruyemiş’ten tutun da, Karadeniz Balıkçısı’na kadar kuaföründen çiçekçisine hepsini bulmak mümkün. Duvar sanatlarının da yaygın olduğu şehrin hip bölgesinde turistikse turistik ama; Burgermeister’da (U banhn Schlesishes Tor) hamburger yemeden geçmeyin; baya baya iyi çünkü!

Gece hayatı ve kulüpleri inanılmaz ünlü olan Berlin’de bir Berghain efsanesidir gidiyor; içine girebilir misiniz, o dev kuyruklardan şanslı seçilen olur musunuz; mekana girerseniz de belki günler sonra çıkarsınız gibi… Ama bizim o kadar maceraperest davranacak zamanımız yok; o yüzden Friedrichshain bölgesinde geceyi noktalamaya karar veriyoruz. Bu bölgede gece hayatı ile ünlü şehrin hip mekanlarının bulunduğu alan. Berlin’de yaşayan lokal arkadaşlarımızla beraber Urban Spree mekanını tercih ediyoruz. Açıkhavada keyifli bir ortam ve Alman birası eşliğinde günümüze güzel bir kapanış yapıyoruz.

Berlin yakın tarihinde çok önemli olaylar yaşamış; sonrasında tamamıyla baştan yaratılmış; belki de o yüzden komşularındaki bazı şehirler kadar estetik bir şehir değil. Ama özellikle 1989 yılında duvarın yıkılmasıyla beraber; başka hiçbir şehre benzemeyen bir dünya yaratmayı başarmış kendisine. Berlin’i gerçekten sevebilmek için; hip mekanlarında gece hayatını yaşamak, kafelerinde keyif yapmak, kozmopolit halkı ile zaman geçirmek gerekiyor. Berlin işte tam da bu yüzden; başka bambaşka bir şehir; diğerleri gibi değil!

Interrail turumuzun bu rotasında Berlin'den önce SofyaBükreşBudapeşteViyana ve Prag'daydık. Sırada ise şu şehirler var: AmsterdamBrüksel, Paris, Lyon, Nice, Torino, Bern, Stuttgart

Berlin hakkında uzun uzadıya konuştuktan sonra Berlin gezilecek yerleri detaylıca keşfetmek isterseniz tıklayın. :)

Sinem Kocacan

Yazar Hakkında

Sinem Kocacan

İlk kez uçağa bindiğimde tek başınaydım, İtalya’da bir gönüllülük projesinde çalışmaya gidiyordum; yıl 2005.