Eylül başından beri yollardaydık; İstanbul'dan Interrail ile çıktığımız yolculuğumuza Sofya'dan başlayıp, tam 7 farklı Avrupa şehrini gezerek Brüksel'e varmıştık. Çok şanslıydık, gezimizin en başından itibaren havalar adeta yaz gibi; hatta belki yazdan da daha iyiydi, 25-30 derecelerde... 15 Eylül'de Brüksel'e adım attığımızda ise şehir bizi biraz yağmur; hafiften de serinliğiyle karşıladı.
Interrail yaptığımız için bir şehirle tanışmamızın ilk durağı hep tren istasyonları oluyor. O kadar farklı şehirden sonra ilk defa Brüksel'de biraz gergin hissediyoruz kendimizi. Nedeniyse istasyonun her noktasında ellerinde kocaman tüfekleriyle gezen askerlerin olması. Maalesef Brüksel Havaalanı'nda yaşanan patlamadan sonra güvenlik önlemleri arttırılmış durumda ve size kötü bir haberim olacak; kocaman tüfekli askerler şehrin bütün turistik noktalarında da karşınıza çıkacak.
1 milyon nüfuslu Brüksel için sadece Belçika'nın başkenti demek doğru olmaz; çünkü şehir aynı zamanda Avrupa Birliği'nin merkezi konumunda. Şehri özellikle siz de bizim gibi hafta içi gezme imkanı bulursanız; devasa Avrupa Birliği binalarına rastlayacak, öğle yemeği saatinde bu muhitlerde kendinizi sanki Maslak'ta gibi hissedecek, sokakta her dilden konuşmaya şahit olacaksınız.
Biz Brüksel'i gezmeye en ünlü parkından başlamaya karar veriyoruz ve Parc du Cinquantenaire'ye yolumuzu çeviriyoruz. Arc de Triomphe, yani Zafer Takı bu parkın içinden selamlıyor bizi. Eğer Arc du Triomphe'un tepesinden şehri izlemek isterseniz, takın iki yanında bulunan Silahlı Kuvvetler (Royal Museum of the Armed Forces) ve Askerlik Tarihi Müzesi'nin (Military History Museum) içindeki geçişleri kullanabilirsiniz. Özellikle yaz aylarında parkın içerisinde birbirinden farklı etkinlikler de düzenleniyor.
Tam arkamıza Zafer Takı'nı alarak yolumuza devam ettiğimizde ise karşımıza Avrupa Birliği Komisyon Binası başta olmak üzere birçok resmi bina çıkıyor. Bu bölgenin adı Avrupa Bölgesi (European Quarter) olarak geçiyor, Avrupa Parlamentosu da bu alanda yer alıyor ve parlamento rehberli turlar ile gezilebiliyor. Biz içeriyi gezmedik ama dışardan gözlemim ise soğuk gri binaların etkisini yumuşatabilmek için renkli detaylar ya da heykeller kullanılmış olması. Avrupa Bölgesi sokaklarında her adımınızda Avrupa Birliği'ni öven görseller ve yazılar görmeniz ise tabi ki de çok normal.
Avrupa Birliği binalarını geçtikten sonra karşınıza çıkacak parkın adı ise Parc de Bruxelles; işte tam da bu park ile birlikte şehrin bütün önemli noktalarını gezmeye başlıyorsunuz. Parkın hemen çıkışında Kraliyet Sarayı ve heybetli bahçesi sizi karşılıyor. Brüksel'de müze gezmek isterseniz; seçeneklerin neredeyse hepsi bu bölgede yer alıyor. Güzel Sanatlar Müzesi ve Belvue Müzesi bunlardan sadece birkaçı.
Buradan yolumuzu Manneken Pis'e çeviriyoruz ve önce "Jardin du Mont des Arts" bahçesinin üstündeki merdivenlerden Brüksel manzarasını izliyoruz.
Manneken Pis, Brüksel'in simgelerinden; Türkçe anlamı da İşeyen küçük çocuk. Heykelin hakkında birçok farklı rivayet olsa da, heykelle ilgili iki önemli bilgi var. İlki heykelin bugüne kadar birçok farklı kıyafet giydiği, özel günler için farklı kıyafetler seçildiği. İkincisi ise 1600lü yıllarda yerleştirilen ve kentin ikonu haline gelen bu heykele karşılık, 1980lerde Jeanneke Pis adı ile işeyen küçük kız heykeli de yaptırılması.
Manneken Pis'teki kalabalığı atlattıktan sonra yürümeye başladığımız sokak; Rue de l’Etuve. İşte bu caddede siz de benim gibi bir tatlı sevdalısıysanız; kendinizi tutmanız çok ama çok zor olacak. Caddenin iki tarafındaki sayısız çikolata dükkanlarının hem kokusu, hem de vitrinleri sizi baştan çıkaracak. Buralara kadar gelmişken Belçika Waffle’ını denemeden olmaz, caddedeki dükkanlardan hangisinden waffle’ınızı alacağınız ise tamamen size kalmış.
Rue de l’Etuve’de yürümeye devam ettiğinizde karşınıza; Brüksel’in belki de Avrupa’nın en ihtişamlı meydanı çıkacak; Grote Markt yani Grand Place (Büyük Meydan). Grand Place’e vardığımda benim ilk tepkim; “Sanırım bu kadar güzel ve altın varaklı binayı aynı anda görmemiştim” oldu. 300 yıllık, 41 tarihi binadan oluşan meydandaki binaların en önemlilerinden biri ise şu an Belediye Binası olarak kullanılan Hotel de Ville. Unesco koruma listesindeki Grand Place’i 15-19 Ağustos tarihinde ziyaret etme fırsatınız olursa Tapis de Fleurs, yani dev çiçek halısını da görebilirsiniz.
Grand Place’a çıkmadan hemen önce atlamadan geçmemeniz gereken bir nokta daha var; Everard’t Serclaes Heykeli. Zaten önündeki kalabalık acaba neden burada toplanmış diyerek, o yöne doğru ilerleme ihtimaliniz de oldukça yüksek. İnanışa göre heykele en baştan en sona kadar dokunursanız, bu size ömür boyu iyi şans getiriyor. Denemekten ne çıkar diyerek bu turistik aktiviteyi yapanlardan biri de ben oldum tabii ki!
Grand Place’dan sonra yönümüzü Galeries Saint Hubert’e çeviriyoruz, 1847 yılında dünyanın ilk alışveriş merkezi olma özelliğine sahip bu üstü açık hoş pasajda; siz de birbirinden güzel mağazaların vitrinlerine bile aşık olabilirsiniz. Hangi çikolata mağazasına girerseniz girin, asla pişman olmayacaksınız. Sadece bu pasajdaki Neuhaus mağazasında içinde olmasını istediğiniz malzemeleri seçerek kendi çikolatanızı kendiniz yaratabiliyorsunuz, benden söylemesi!
Grand Place ve çevresindeki bütün ara sokaklar teker teker dolaşılmayı hak eden türden. Biz dolaşırken pazar alanlarında da karşımıza birçok tatlı, çikolata, hediyelik eşya ve kıyafet satan sokak tezgahları çıktı. Ben kendimi her adımımda başka bir çikolata dükkanından ya da tatlı tezgahından bir şeyler alırken bulduğumu itiraf etmeliyim.
Siz de "yeter artık yorulduk, artık biraz dinlenme ve yemek vakti" derseniz; yolunuzu Brüksel’in en ünlülerinden Chez Leon’a çevirmelisiniz. Oldukça fazla Türk turistin mekanda olduğunu fark edeceksiniz, ama buralara kadar gelmişken midye yemeden dönmek olmaz. Sonrasında biraz da keyif yapmalı derseniz; biralarıyla ünlü mekan Delirium’a uğramak şart. Delirium’un binlerce çeşit birası içerisinden hangisini seçeceğiniz tamamıyla size kalmış. Belçika’nın meyveli birası Kriek’i denemek güzel bir alternatif olabilir. “Biraları şimdi içmesem de, hediyelik olarak yanımda götürsem” diyorsanız ise yine bu bölgedeki Beer Planet, yüzlerce çeşit bira seçeneğiyle uğranması gereken noktalardan!
Biraz dinlendikten sonra ise sıra, Brüksel’in en önemli katedrali Aziz Michael ve Aziz Gudula Kathedrali’ni ziyaret etmekte. Gotik mimarisi ve heybeti ile şehrin kesinlikle en ihtişamlı noktalarından.
Brüksel’e kadar gelmişken ziyaret edilecek yerlerden bir tanesi ise Atomium. 1958 yılında Dünya Fuarı için, bir demir kristalin 165 kat büyütülmüş hali kullanılarak tasarlanmış ve şehrin ikonlarından biri konumunda. Son katına asansör ile ulaşıp, inanılmaz manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz. Atomium yanındaki Mini Europe’ta ise bizdeki Miniaturk gibi. Şehir merkezinden biraz uzak olduğu için metro kullanarak ulaşabilirsiniz. Biz yağmur sebebiyle ara vere vere şehri gezdiğimiz için Atomium’u gezi planımıza dahil edemedik.
Kathedral sonrası yağmur da dinince “Biz ara sokaklarda kaybolmak istiyoruz!” dedik ve iyi ki de öyle yaptık. Bugüne kadar gördüğüm en güzel süslenmiş binalardan birine rastladık Louise Meydanı’nda; Pierre Marcolini Çikolatacı’sının çiçeklerle bezenmiş binasına kesinlikle siz de uğramalısınız, isterseniz kafesinde keyifle zaman da geçirebilirsiniz.
Sonrasında Rue Minimen sokağında yürümeye başlıyoruz, burası sanat galerilerinin ve sokak sanatlarının olduğu kısım Brüksel’de. Sokağı takip ederseniz, bir asansöre denk geleceksiniz korkmadan binin ve asansör sizi Palais de Justice yani Adalet Sarayı’nın tam önüne ve hoş bir Brüksel manzarasına çıkaracak. Adalet Sarayı’nın heybeti de gözünüzden kaçmayacak; çünkü bu saray sadece Avrupa’nın değil, dünyanın en büyüğü olma özelliğini taşıyor.
Biz Brüksel gezimizi bu manzarayla sonlandırırken, Brüksel deyince artık aklıma neler gelecek diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Cevapları ise aslında çok basit: Kocaman devasa Avrupa Birliği Binaları, takım elbiseli adamlar, bürokrasi.. İhtişamlı binalar, göz alıcı vitrinler, çikolata kokan sokaklar, tatlı ve daha çok tatlı...
Interrail turumuzun bu rotasında Brüksel'den önce Sofya, Bükreş, Budapeşte, Viyana, Prag, Berlin ve Amsterdam'daydık. Sırada ise şu şehirler var: Paris, Lyon, Nice, Torino, Bern, Stuttgart.