Batı Karadeniz’de yer alan Küre Dağları; görselliği ve doğal zenginlikleri açısından Türkiye’nin sahip olduğu en önemli doğal alanlardan biri. Bölgede yaklaşık 1.000 bitki türü, 40 memeli türü bulunuyor. Diğer taraftan bölge; mağara ve kanyonlar açısından da oldukça zengin. Düşünün Dünya Koruma Vakfı (WWF-Int) bile burayı Avrupa’nın acil korunması gereken 100 orman alanından biri olarak saptamış.
Tanıtım eksikliği nedeniyle bölgenin turizmden henüz yeterince faydalanmıyor olması bence bölgenin en büyük şansı. Bünyesinde barındırdığı ormanların doğallığıyla, her biri kartpostalı andıran köyleriyle, muhteşem ve sıcak insanlarıyla ve yöresel yemekleri ile bu bölgenin gezi ve fotoğraf severler açısından muhteşem bir yer olduğunu söyleyebilirim.
Çok uzun zamandır bölgenin doğasını fotoğraflamak istememe rağmen fotoğraf çekim noktalarına hâkim ve bölgeye gitmeye istekli bir grup bulamadığım için Küre Dağları’na gezimi erteliyordum. Tam da buraya ne zaman ve kimlerle gidebileceğimi düşünürken nihayet 2017 yılının 3 Aralık günü buraya Fikret Dadaş Bey’in başkanlığını yaptığı TBMM Fotoğrafçılık Grubu ile birlikte gitme fırsatını bulabildim.
Bilmeyenler için şunu belirtmemde yarar var. Tur şirketleri genel olarak uygun zamanda merkezlere ve gidilmesi gereken yerlere gezi programı düzenlerken fotoğraf grupları, yol üzeri esnek programlarla sadece fotoğrafa yönelik gezi programı düzenliyor. Başka bir deyişle bazen fotoğraf çekilecek sahneler ile ani olarak karşılaşılabildiğinden gezi programının da ani olarak değişmesi mümkün olabiliyor. Fotoğraf çekim noktalarına gidiş için ise turların tersine çekim noktalarının tenha olduğu zamanlar tercih ediliyor. Sonuç olarak, fotoğraf çekim niyetiyle yola çıkıp bir gezi grubu ile tur yapmanız uygun olmuyor.
Bu kısa girişten sonra fotoğraf gezimizi sanırım anlatmaya başlayabilirim. 06.30 civarında programa katılmaya istekli fotoğrafseverleri almış, tüm fotoğraf malzemelerini de yüklemiş olarak TMMM Fotoğrafçılık Kulübü olarak Ankara’dan Küre Dağları’na doğru yola çıktık. Zaman kaybını en aza indirmek için kahvaltımızı arabada yapmayı tercih ettik. İlk hedefimiz yazımın birinci bölümünü ayırdığım müthiş fotoğraf sahneleriyle dolu Araç-Daday Yolu üzerindeki köyler. Yaklaşık dört saatlik bir yolculuktan sonra ilk fotoğraf molamızı Pelitören Köyü’nde verdik (41° 18' 0.8892'' Kuzey ve 33° 19' 8.1552'' Doğu). Köy, Araç ilçesine bağlı olup ilçenin 6 kilometre kuzeyinde bulunuyor. KöyünKastamonu’ya uzaklığı ise 39 kilometre.
Tüm bölgede olduğu gibi bu köyün de geçim kaynağı hayvancılık. Bu nedenle Pelitören Köyü’nde çekimlerimizi yaparken hepimizin gözlerinin aradığı manzarayla karşılaştık. Otlamakta olan bir sürüye rastladık. O kadar şirinlerdi ki dayanamayıp hayvanları elimizle besledik.
Tabii ki bu fırsatı kaçırmayıp Pelitören Köyü manzarasında fotoğraflarını da çektik. Fotoğraf molamız bitince arabamıza dönüp Daday’a doğru devam ettik.
İkinci fotoğraf molamızı 3 kilometre daha kuzeyde yine Pelitören Köyü’ne bağlı olan Kuzalan Mahallesi’nde verdik. Çok şanslıyız ki güneşin yüzünü göstermesi ile ışığı da arkamıza alarak muhteşem fotoğraflar çekme imkânını yakaladık.
Burası benim hayatımda gördüğüm en güzel köylerden biri. Pelitören Köyü’nde yangın çıkınca köyün bir kısım nüfusunun taşınıp kurduğu bir yer. Tam olarak Araç-Daday sınırında yer alıyor.
Daha çok kırsal kesim ağırlıklı olan köy evleri hep ahşap ağırlıklı ve kütüklerden yapılmış, adeta doğanın birer parçası gibi.
Köyle ilgili internetten de bilgi bulmak mümkün. Köyün mazisi 600 sene öncesine dayanıyormuş. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u almak için Edirne'de döktürdüğü topları yaptırdığı ve Macaristan'dan getirttiği uşaklarına fetihten sonra “İsteyen istediği yere yerleşip yurtluk olarak seçer” fermanı üzerine ekseriyeti Edirne'nin Kıyık Mahallesi'ne ustası, kalfası, çekiççisi, körükçüsü olarak yerleşmiş, anlaşabilenler de Anadolu'nun muhtelif yerlerine gidip yerleşmişler. Macaroğlu lakabı ile anılan bir grup bu lütuftan yararlanarak gelip bu bölgeye yerleşmiş ve Pelitören Köyü kurulmuş.
Kurtuluş Savaşı'nda köyün yarısı şehit olmuş. Bu kadar tarihî ve güzel olan bu köy maalesef göç veren bir köy. 2008 yılında 70 olan nüfus şuan 40’lara kadar düşmüş. Ayrılmak istemememize rağmen fotoğraf molamız bitince istemeye istemeye de olsa arabamıza dönüp Daday’a doğru devam ettik.
Üçüncü fotoğraf molamızı Daday’a gelmeden önce Küre Dağları çıkışında verdik. Uzaklardaki sis ile birlikte çam ağaçlarının şehirlerde görmekten çok uzak kaldığımız muhteşem görüntülerini fotoğrafladık.
Pınarbaşı İlçesi’ne yaklaşırken inanılmaz şekilde çökmüş sis bulutuna rastladık. Bu fırsatı da kaçırmamak adına dördüncü molamızı yaparak çok güzel fotoğraflar çektik. Çekimlerimizi tamamlayıp yemek yemek üzere Pınarbaşı’na hareket ettik. Böylece günün birinci bölümünü tamamladık.
İkinci bölümü ise tamamen Pınarbaşı ilçesine ayırdık. İlçe, fotoğrafçılara her mevsim ayrı güzellikler sunan bir yer. Doğal güzellikleri hiçbir yerde bulunamayacak türden. Pınarbaşı’nın fotoğraf turizmi için müthiş bir hazine olabileceğini söylemek mümkün. İlçesinin sembolü ise öncelikle buraya gelme amacımız olan sonraki resimlerde detaylarından bahsedeceğim Ilıca Şelalesi.
,
Şelale, Pınarbaşı ilçe merkezine 12 km uzaklıkta Ilıca köyünün geri planında yer alıyor. Zaman darlığı nedeniyle Ilıca köyü çekimlerimizi dönüşe bırakıp köyün içerisinden geçerek şelaleye doğru yola koyulduk. Bölgeye giriş ücretli değil.
Şelaleye yaklaştıkça yüksek debili suyun sesi sizi kendine çekiyor. Gerek şelalenin bulunduğu mevkii biraz çukurda kaldığı için gerekse şelaleden çıkan su zerrecikleri sebebiyle ağaçlardaki yosunlanmalar sizi egzotik bir ormana giriyormuş hissini yaşatıyor. İlk kez bu denli çok canlı çeşitliliği olan Amazonlar benzeri bir ormanda yürüdüm. Yerler çok kaygan. Düşmemek için temkinli hareket ediyoruz. Kanyonun nemini üzerinizde hissediyorsunuz.
Yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşün ardından şelalenin nefis manzarasıyla karşı karşıya kalıp ikinci bölüm için ilk fotoğraf molamızı verdik. Çekim öncesi biraz size buradan bahsetmek istiyorum. Şelale iki dağın ortasından tüm şiddetiyle akıyor. Debisi çok yüksek. Saatlerce fotoğraf çekmek istiyorsunuz. Dağ taş demeden delice akan suyun adeta insanlığa bir gösterisi gibi
Şelale 10 metre yükseklikte ve döküldüğü yerde doğal olarak bir gölet oluşmuş. Gölet muhteşem bir fotoğraf sahnesi oluşturuyor. Göletin olduğu kapalı vadi gerçekten egzotik bir yer; insan kendisini burada başka bir masal âleminde hissediyor.
Ağaçlar ve kayalar hep yosunlu; sanki Yüzüklerin Efendisi gibi bir filmde fantastik bir ormanın içerisindesiniz.
Vadideki hava o kadar değişik ki her bir nokta kendi gizemini yaratmış. Bitki dokusu ve kayalar güzel kareler yakalamanıza sebep oluyor.
Yıllardır şiddetli akan su ile kayaların aşınması sonucu oluşan çukurluklar ve oymalar vadiye ayrı bir güzellik katıyor. Hareket kabiliyetiniz ise sadece kaygan kayaların izin verdiği kadar. Karşıya geçmek için yapılan bir asma köprü var. Ayrıca, şelaleye girebileceğiniz merdivenler de var.
Yoğun rutubet ortamı ise bitki örtüsünü muhteşem fotoğraf kareleri haline getirmiş.
Şelalenin güzelliği ise tartışılmaz yaşanır cinste. Biz de bunu yaşayarak fotoğraf çekimine geçiyoruz.
İlk önce ortam, ışık durumu, güneşin yönü dolayısıyla en iyi çekimlerin hangi yönden yapılabileceği profesyonel bir bakış açısıyla anlaşılmaya çalışılıyor, tartışılıyor.
Hava kararıyor. Ortamın anlaşılması bitince artık zaman fotoğrafseverler için işliyor. Zaman kaybına tahammül yok. Profesyonel çekimler için hazırlıklar başlıyor.
Her ne kadar bir fotoğrafçının el ile çekimi makbul görünse de gerçek öyle değil. İdeal olan tripod kullanılarak sabitlenmiş bir makinenin otomatik olarak çekim yapması. Çünkü fotoğraf makineleri siz ne kadar sıkı tutarsanız tutun nefes alışınızdan, nefesinizi tutsanız kalp atışlarınızdan etkileniyor.
Herkesin isteği ideal fotoğrafı yakalamak olunca fotoğrafseverler maalesef isteyerek risk alıyor, hatta kendini risk almak zorunda hissediyor.
Son çekimlerimizi yapıp eşyalarımızı topladık. Şehrin gürültüsünden kaçıp doğa turuna çıkmak isteyenler için muhteşem bir manzara sunan bu şelale görülmeye değer bir doğa harikası. Ancak, ayrılma zamanı geldi. Hızlı bir şekilde çevreyi de fotoğraflayarak köye döndük.
Köydeki mekân sahipleri doğadaki yeşillikleri bozmadan konaklama yerleri inşa etmiş ve Ilıca Şelalesi’nin yıllardır maviyle yeşilin birleştiği yer olma özelliğini korumuşlar. Köydeki son çekimlerimizi de yapıp gezimizin son durağı olan Horma Kanyonu’na yol aldık.
Hava artık kararmak üzereyken Horma Kanyonu’na vardık. Kanyon, Pınarbaşı İlçesi’ne 5 km uzaklıkta.
Uzunluğu ise yaklaşık 4 kilometre. Ilıca Şelalesi ise aynı zamanda Horma Kanyonu’nun da bitiş noktası. Böyle bir doğa harikasının bu kadar bakir kalmış olması şaşırtıcı. Ortam kampçılar, çadırcılar ve karavancılar için çok uygun. Etraf temiz. Umarım yazın kalabalık olunca da böyle temiz kalır.
Kanyonun içerisinden Zara Çayı geçiyor. Su, taşlardaki kireçleri aşındırmış ve kanyon boyunca pek çok çukur ve kazanlar oluşmuş. Çok güzel fotoğraf sahneleri var.
Kanyonu gezerken su seviyesinin 2-3 metre üstünde yapılan ahşap yürüme yolları görüyorsunuz. Bu yolların uzatılmasına devam ediliyor. Sanırım amaçları kanyonun sonundaki Ilıca Şelalesi’ne kadar turistlerin yürümesini sağlamak. Hava artık karardı. Güneş battı. Dönüş vakti geldi. Son çekimlerimizi de yapıp Ankara’ya geri dönüşe başladık. Saat 24.00 sularında da çektiğimiz fotoğrafların verdiği mutlulukla TBMM Fotoğrafçılık Grubu olarak Ankara’ya vardık.
Pınarbaşı’nda ne yiyeceğinize gelince, bir gezgin olarak her zaman önceliğimiz hem karakterimiz hem de sizlere aktarabilmek adına bizleri yöresel yemeklere yönlendiriyor. Pınarbaşı için size tavsiyem Köylüm Mantı Evi. Biliyorum neredeyse gittiğiniz her yerde mantı görüyorsunuz ama yine de denemekten bir zarar gelmez. Biz burada yemek öncesi yöresel kara çorbayı denedik. Gerçekten kara ama o kadar da güzel. Kara çorba kızamık ekşisi, köy tavuğu ve baharat ilave edilerek yapılıyor. Pınarbaşı halkının ve gelen misafirlerin severek yedikleri bu lezzeti tatmanızı şiddetle tavsiye ederim. Mantıya gelince abartmıyorum son dönemde yediğim en güzel mantıydı. Bu kadar açıklama yeter sanırım.
Pınarbaşı ilçesine ulaşım her yönden mümkün. Pınarbaşı, Kastamonu’ya 97 km, Karabük’e 75 km uzaklıkta. İstanbul’a 520 km, Ankara’ya 315 km mesafede. İstanbul’dan günlük otobüs seferleri düzenleniyor. AyrıcaAnkara-Karabük-Safranbolu güzergâhı ile Ankara- Kastamonu güzergâhından da Pınarbaşı’na ulaşım sağlanabiliyor. Kastamonu–Pınarbaşı ile Karabük-Pınarbaşı arası günlük sefer yapan yolcu minibüsleri de var. Evet, bir gezi yazısının daha sonuna geldik. Bu yazı ile aslında sizlere TBMM Fotoğrafçılık Grubu örneğinde fotoğraf gruplarının gezi anlayışını da aktarmak istedim. Yazımın sonunda okuyucuların bölgeye dair önemli ölçüde bilgi edineceklerini ve bölgeyi zihinlerinde renkli bir şekilde canlandırabileceklerini düşünüyor, sadece Türkiye’den değil tüm Dünyadan fotoğraf ve gezi sever arkadaşlarımın bu bölgeye gitme arzularının fitilini ateşlemeyi de umut ediyorum. Sağlıcakla kalın.