Ürdün Wadi Rum Gezisi

Hani bazı yerler vardır ya gittiğinizde kendinizi tamamen bambaşka bir yerde hissedersiniz. İşte Ürdün'deki Wadi Rum da öyle bir yer. Türkçede Ram Vadisi olarak bilinen vadide sanki dünyadan bir yerde değil de, başka bir gezegende, mesela Mars’tayız gibi. Film yapımcıları bunu çok önceden hissetmiş olacak ki, bu bölge pek çok filme set olmuş. Hatta burada son dönemde çekilen en başarılı yapım ise Ridley Scott’ın Marslı (The Martian) filmi.

Film endüstrisinin turizme katkısından söz etmeden olmaz. Hatta son dönemde destinasyon tanıtımında önemli bir araç da film / diziçekimleri. Pek çok bölgeye birden bire yüksek oranda görünürlük kazandırmak için bir filme ya da diziye sahne olarak o bölgenin seçilmesi bayağı iyi bir fikir, öyle değil mi? Marslı filminin de Wadi Rum için benzeri bir işlev görmüş olması muhtemel. Zira bölgeye gittiğinizde burada turizm yapanların filmin pek çok unsurundan faydalandığını görüyorsunuz. Aynı Marslı filmindeki yaşam üniteleri gibi tasarlanmış kulübelerden oluşan bir kamptı örneğin bizim gezdiğimiz yer.

Anlatmaya baştan başlayalım. Akabe’den öğle saatlerinde yola çıktık. Wadi Rum, Akabe’nin yaklaşık 65 kilometre kuzeydoğusunda yer alıyor. Bir saat içinde buraya ulaştık. Wadi Rum, eskiden Arap ticaret yolları üzerinde bulunduğundan stratejik öneme sahipmiş. Daha önce Petrayazısında yazdığım gibi kuzeydeki Akdeniz ile güneydeki Kızıldeniz limanları arasındaki ticaret eskiden yalnızca deve kervanlarıyla yapılıyormuş.

Ta ki Mısır tarafında Süveyş Kanalı açılarak deniz yolları birbirine bağlanana kadar bu yıllarca böyle devam etmiş. Bu ticaret yolu tabii ki zenginlik demek ve bölgeyi kalkındıran unsurlardan bir tanesi.

Kervanların ise uzun çöl geçişleri sırasında kısa molaların yanı sıra zaman zaman uzun kamplar da yapması gerektiğinden Wadi Rum popüler bir nokta olarak ortaya çıkmış çünkü uçsuz bucaksız çöl üzerinde, hem de yolun ortalarında bir yerde, kamp yapılabilecek, sığınılabilecek bir bölge Wadi Rum.

Wadi Rum’un konumunun önemli olmasının nedenlerinden biri de Hicazdemiryolunun bir kısmının bu topraklardan geçiyor olması. O dönemden kalma bir tren halen bölgede görülebiliyor ama biz gün batımını da kaçırmak istemediğimizden buraya uğramadan doğruca Wadi Rum Visitor Center’a devam ettik.

Bedevi topluluklar için sürdürülebilir geçim sağlayan bir yapılanma olan Akabe Özel Ekonomik Bölgesi Makamı (AÖEBM) tarafından yönetilen Wadi Rum, 1998 senesinde Kraliyet Derneği (DKKD) tarafından korunmuş alan olarak ilan edilmiş.

Girişten sonra Wadi Rum içinde safari yapacağımız ciplere bindik. Her cip, arkadaki kasasına yaklaşık 6 kişi alıyor. Tabii çölde giderken çekim yapmak zor. Bej, turuncu, kırmızı renkli dik kayaların arasından hoplaya zıplaya geçtikten sonra kamp alanına geldik. Burası öğle yemeği yiyeceğimiz yer.

Buradaki mutfakta tabii ki Orta Doğu tarzı bir çöl yemeği yedik. Başka Orta Doğu ülkelerinde de sıkça görebileceğiniz zarb, yani bir çeşit tandır, menümüzün ana yemeğiydi. Geleneksel Bedevi mutfağı genelde et ve pirinç üzerine kurulu malum. Zarb da kuma gömülmüş şekilde bir ateşte pişirilen, biraz da bu yüzden tandıra benzeyen bir yemek. Karnı acıkan biz ziyaretçilerin aç bakışları altında Bedevi ev sahiplerimiz kumdan çıkardıkları büyük tencerenin etrafındaki alüminyum folyoları aldılar ve içinden nar gibi kızarmış etler çıktı.

Tadı kesinlikle harika. Bizim tandırla kıyaslarsak nasıl mı? Bence tandır daha güzel ama yine de çöldeki açlığınızla enfes bir tat olacağını garanti ediyorum. Tabii bir de yanında bolca humus, salata ve pilav da yiyebilirsiniz. Tüm gezi boyunca favorimiz hep humus oldu, burada da aynı şekilde.

Yemekten sonra kamp alanını gezmek istedik. Yazının başında bahsettiğim Marslı filmindeki tarzda yapılmış kulübeler, bu kulübeler içinden en dikkat çekici olanlarıydı.

Bölgede hiçbir şekilde elektrik olmadığı için gece yıldızlar çok daha yakın görünüyor. Yusyuvarlak formdaki bu Marslı villaları son derece konforlu tasarlanmış. Lapland tarafındaki iglolara benziyor biraz. Keşke akşam burada kalsaydık demeden edemiyor insan ancak maalesef müsait yerleri yokmuş. Bu villalarda kalmasak bile burada yürümek çok keyifliydi.

Ardından yine bu film setinde yol almaya başladık. Ara ara deve kervanlarıyla karşılaşmalarımız keyifliydi.

Yüzyıllarca rüzgâr ve yağmurun etkisiyle aşınan bu kırmızı tonlardaki kayalıklar kesinlikle fotoğraflanmayı hak ediyor.

Biraz daha ilerledikten sonra küçük bir vadiye ulaştık. Buradaki turist eğlencesi, dev kum tepesinin zirvesine tırmanmak ancak hiç de göründüğü kadar kolay değil. Çünkü sürekli ayaklarınız kuma batıyor ve yalpalıyorsunuz. Buna rağmen çıktığımızda gördüğümüz manzara nefis.

Burada önerim çıplakayak çıkmanız. Hem daha kolay yürüyorsunuz hem de ayakkabılarınız kirlenmiyor. Kumda yürümek strese iyi geliyor diyorlar ancak bileklerinize kadar gömülüp de bütün akşam ayakkabınızdan kum silkelemek strese o kadar da iyi gelmiyor.

Fotoğrafları çektik, tam aşağı indik ve ciplere bindik ki, Tuğçe gözlüğünü düşürdüğünü farketti. Durduk, ikinci kez çıktık bu kum tepelerine ama bulmak neredeyse imkânsız. Samanlıkta iğne aramaya benziyor. Bizim orada birşeyler aradığımızı gören Bedevi bir çocuk yaklaştı yanımıza. Rehberimiz durumu açıkladı. Çocuk “Biz bakalım, bulursak haber verelim” dedi ama biz çoktan umudu kesmiştik tabii ve yola devam ettik.

Kayalıklar arasından geçerken bazı bölgelerde cip durdu ve rehberimiz açıklamalar yaptı çünkü burada yer alan bazı kayalar üzerinde çok eski dönemlere, Nebatilerin zamanına, hatta daha da öncesi Taş Devri dönemlere tarihlenen kaya resimleri var. Benzeri petroglifleri, yani ilk insanların yaptığı kaya resimlerini dünyanın başka pek çok yerinde de bulabilirsiniz. Gezimanya'ya aldığımız Kırgızistanyazımızda bahsetmiştik, hatırlayan var mı?

Sayıları azalmış olsa da bölgede halen göçebe şekilde yaşayan bir Bedevi kesim var. Tuğçe bir önceki gelişinde burada çölde Bedevilerle yer sofrası kurmuş, saçta ekmek ve közde kahve yapıp ikram etmişler. Burada yaşayan Bedevi grup çöl şartlarında yaşamaya alışkın. Büyük çadırlar kurup, bu çadırlarda yaşıyorlar.

Yavaş yavaş güneş alçalmaya başladı. Biz de gün batımını kaçırmamak için manzaranın güzel izlendiği hafif yüksekçe bir tepeye çıktık. Kumların üzerine oturup güneşin batışını izledik.

Güneş battıktan sonra malum hava biraz serinledi. Çünkü gün içinde burada hava 20-25 dereceyken gece 0 dereceye kadar düşebiliyor. Çöl ikliminde gündüz-gece arası sıcaklık farkı çok yüksek malum. Hava karardıktan sonra tekrar ciplerimize binip parkın çıkışına doğru ilerlemeye başlamışken birden şöfor ters yöne döndü.

Ne olduğunu anlamadık ama başka bir kamp alanına geldik. Meğerse Tuğçe’nin gözlük bulunmuş ve bulan çocuklar gözlüğü bu kampa iletmişler. Çölün bize güzel bir sürprizi oldu çünkü Tuğçe’nin gözleri 6 numara miyop ve o kaybolanın haricinde yanında yalnızca numaralı güneş gözlüğü vardı. Yani gözlük bulunamasa Tuğçe’yi ya bulanık ya da karanlık zamanlar bekliyordu. Allahtan sorun çözüldü. Hani derler ya, Allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirip sonra buldururmuş, aynı öyle sevindik işte.