Hırvatistan Gezisi Bölüm 11: Trogir

Split’e kadar gelmişken 1997 yılından bu yana UNESCO tarafından koruma altında olan Trogir’i ziyaret etmeden olmazdı. Özellikle de Zadar’da konakladığımız evin sahibi burayı bu kadar övmüşken, mutlaka görmemiz gerekiyordu. Biz akşamüstü saatlerde kiraladığımız arabayla gittik Trogir’e. Split’e mesafesi sadece 28 kilometre ancak araba kiralamıyorsanız Split’ten Trogir’e yapılan günübirlik turlara da katılabilirsiniz.

Dalmaçya kıyılarında küçük bir ada üzerine kurulmuş olan bu tarihî kent ana karaya taş bir köprü ile bağlanmış durumda. Biz ana kara tarafında arabamızı park edip köprüyü yürüyerek geçerek meşhur tarihî kente ulaştık. Trogir’le ilk buluşmamızda Murat’la birbirimize baktık ve “Ya keşke sabah erken saatlerde buraya gelseydik” dedik çünkü mistik ve sizi içine çeken bir havası var buranın.

Trogir’de ilk yerleşim MÖ 3. ve 4. yüzyıllarda başlamış. MS 1. yüzyılda ise burası Dalmaçya Roma Eyaleti’nin merkezlerinden biri haline gelmiş. Roma’nın çöküşü sonrası bağımsız bir şehir olan Trogir, 6. yüzyıl sonrası Hırvatların bölgeye yerleşmesiyle yeniden yükselişe geçmiş. 10. yüzyıla kadar bölgede hâkim olan Hırvatlar burada çok sayıda kilise ve tarihî yapı inşa etmişler. 10. yüzyılda başlayan Venedik akınlarına karşı uzun süre Macarların tarafında yer alıp kenti savunsalar da, kent 13. yüzyılda Venedikliler tarafından işgal edilmiş ve harabeye dönmüş. 1700’lerin sonunda kent yeniden inşa edilmiş Bu dönemde pek çok saray, kule, kale ve evler yapılmış. Ardından bu kez de bölgeyi Napolyon işgal etmiş ama çok sürmeden egemenlik 1877’de yeniden Hırvatlara geçiyor. O zamandan beri de Hırvatların elinde olan Trogir özellikle 1970’lerde gerek tarım, gerek balıkçılık gerekse gemi sanayisi alanında gelişmeye ve zenginleşmeye başlamış. Turizm alanında gelişmeye başlaması ise özellikle 1997’de kentin tamamı UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edildikten sonra hızlanmış.

Biz gezimize Eski Kent’i çevreleyen surlara yaslanmış taş kapıdan geçip St. John Meydanı‘ndan başlıyoruz. Burası Trogir’i keşfe başlamak için en ideal nokta. Meydanı çevreleyen St. Lawrence Katedrali, Belediye Binası, Saat / Çan Kulesi ve Cipiko Sarayı göze çarpıyor.

Arap akınları sırasında yıkılan eski bir kilise üzerine 12,-17. yüzyıllar arasında yeniden inşa edilen St. Lawrence Katedrali Trogir’in en ünlü yapısı.

Katedralin biri oldukça sade, diğeri oldukça gösterişli olmak üzere iki giriş kapısı bulunuyor. 13. yüzyıla tarihlenen minberi ise kesinlikle görülmeye değer.

Katedralin hemen yanı başında yer alan 14. yüzyıla tarihlenen Çan Kulesi de meydanın dikkat çekici noktalarından. Venedikli heykeltıraş Alessandro Vittoria tarafından yapılmış olan 4 heykel ise kuleyi süsleyen detaylar.

Eğer şanslıysanız yine meydanda yer alan sundurmada konser dinletilerine denk gelebilirsiniz. Biz gittiğimizde de çok hoş ezgiler yükseliyordu ancak hava kararmadan ara sokakları gezmek istediğimiz için burada uzun süre oturamadık.

Bu meydana bakan Cipiko Sarayı ise 15. yüzyılda Trogir'in en tanınmış ailesine ev sahipliği yapmış. Özellikle pencere kısımlarındaki ince işçilik dikkat çekici.

Orta Avrupa bölgesinde en iyi korunmuş Romanesk-Gotik mimari yapılarının bulunduğu Trogir’de ara sokaklardakaybolmak çok keyifli. Meydandan biraz ilerlediğinizde kendinizi doğruca Arnavut kaldırımlı daracık sokaklarda, taş binaların arasında buluyorsunuz.

Bu tarihî binaların büyük kısmı günümüzde kafe, restoran ya da hediyelik eşya dükkânına çevrilmiş ancak hiçbir bozulma ya da gözü rahatsız eden bir şey yok. Biz burayı biraz Kotor’a biraz Dubrovnik’e biraz da Venedik’e benzettik.

Tarihî kent merkezinde irili ufaklı yaklaşık 10 tane kilise var. Bunlar arasında en önemlilerinden biri 14. yüzyıla tarihlenen St. Peter Kilisesi. Özellikle içindeki Jakov Jucen tarafından yapılan heykeller, Molinari ve Lazzarini tarafından yapılan resim çalışmaları görülmeye değer.

St. Nicholas Benedictine Manastırı, ilk olarak 1066 senesinde yapılmış olsa da, 1700’lerde tekrar Barok tarzda inşa edilmiş. İçerisinde Yunan mitolojisinden figürler görmek mümkün.

St. Dominic Manastırı ise 1265’te inşa edilmiş ancak 14. yüzyılda yenilenmiş. İçerisindeki sanat çalışmaları görülebilir.

Eski kent ara sokakları o kadar keyifli ki, kendinizi gezerken Orta Çağ’da yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz.

Hiç ummadığınız bir anda karşınıza Orta Çağ kostümlü biri çıkabiliyor, ya da başka bir sokakta Balkan ezgileri ile karşılanıp zamanda seyahat ederek günümüze ışınlanıyorsunuz.

Hele ki ara sokaklardaki kafeler… Bazılarının dekorasyonu çok özel. Biz en çok ahşabı olduğu gibi kullanan bu mekânı beğendik.

Eski Kent merkezi içinde çok sayıda restoran var. Özellikle deniz ürünleri restoranlarının çok başarılı olduğunu söylüyorlar ancak bizim maalesef uzun uzadıya oturacak vaktimiz olmadığından bir İtalyan restoranında hızlıca pizza - şarap tercih ettik.

Yazımın başında Eski Kent’e giriş kapılarından bahsetmiştim. İşte bu kapılar arasında en önemli olanı “Kopnena Vrata” yani Land Gate.

Burası 15. yüzyılda kentin ana giriş kapısıymış. 17. yüzyılda geç Rönesans tarzında yeniden inşa edilmiş. Günümüzde bu girişte çok sayıda restoran ve hediyelik eşya dükkânı yer alıyor.

Ara sokaklardan yürüyerek bu kez de palmiyelerle süslenmiş sahil şeridine doğru çıkıyoruz.

Bu şeridin bir ucunda Kamerlengo Kalesi yer alıyor. 15. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen kale Venedikliler döneminde yönetim merkezi olarak inşa edilmiş. Üç kulesi bulunan kale günümüzde özellikle de yaz aylarında müzik ve tiyatro performanslarına ev sahipliği yapıyor.

Palmiyeli sahil şeridi boyunca yürümek çok keyifli. Bir tarafımızda son derece lüks yatlar, diğer tarafımızda Kale’nin dibinde yer alan şık kafeler. Her yer tertemiz. Bu kadar fazla turist olmasına rağmen etrafta tek bir çöp görmedik.

Eğer vaktiniz olursa buradan Split’e kadar giden teknelere de binebiliyorsunuz ya da buradan kalkan teknelerle denizde tur yapabiliyorsunuz.

Çok keyifli görünse de maalesef vaktimiz elvermedi. Artık başka sefere.

Trogir’in eski kent merkezi çevresinde denize girilebilecek plaj olmasa da yakın bölgelerdeki plajları tercih edebilirsiniz. Mesela Pantan Nehri’nin denize döküldüğü yerdeki 500 metre uzunluğunda Pantan Plajı, Ciovo Adası’nın güneyinde yer alan 2 kilometre uzunluğundaki Okrun Plajı ya da, 3 kilometre uzunluğundaki çakıllı bir plaj olan Medena Plajı’nı tercih edebilirsiniz.

Ama benim önerim Trogir’e geldiyseniz deniz yerine bu tarihî kentin tadını çıkarın. Denize başka yerde de girersiniz.

Hırvatistan Gezisi yazı dizisinin diğer bölümleri için tıklayınız:

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni