Dünyadan Masal Şehirler

 

Günlük mücadeleler, hayatın rutini derken bazen nerede yaşadığımızın bile farkına varamıyoruz. Sonra internette ya da bir dergide gördüğümüz bir fotoğraf karesi, bize bambaşka diyarların varlığını hatırlatıyor. Yüzlerce yıllık şatolar, balta girmemiş ormanlar, küçük pitoresk kasabalar… Fotoğraflarına bakarken bir masal kitabının sayfalarını karıştırıyormuş gibi hissettiğimiz, gözümüzü kapatıp orada olmayı dilediğimiz, hatta orada yaşayanları birazcık da kıskandığımız sihirli şehirler…

Dünya gerçekten de içinde birçok saklı cennet barındırıyor, kimini duyduk, kimini gezdik, kiminin adını dahi bilmiyoruz. İlk elden deneyimlemek gibisi yok elbette ama yine de hayata küçük bir mola verip masalsı bir gezintiye çıkmak isteyenleri, yazının geri kalanında bize eşlik etmeye davet ediyoruz.

Brasov, Romanya

Avrupa’nın masal şehirleri dendiğinde akla ilk olarak Transylvania gelmeyebilir çünkü Romanya’da Karpat Dağları ile çevrili bu bölgenin adı pek çok kişi için Vlad Tepeş (En bilinen ismiyle Kont Dracula) ile özdeşleşmiş durumda. Ancak Romanya’yı gezmeye başladığınız zaman, bu ünlü efsaneyi romanlaştıran Bram Stoker’ın nelerden ilham aldığını kendi gözlerinizle görecek ve ona hak vereceksiniz.

Romanya’nın görülmeye değer, UNESCO tarafından koruma altına alınmış çok sayıda yeri var ama Brasov, pastel tonlarla boyalı Eski Şehir Merkezi’yle, dar geçitleriyle, azametli Karpat Dağları’yla, keşfedilmeyi bekleyen muhteşem kaleleriyle ve sanki şekerden yapılmış gibi duran evleriyle gerçekten de özel bir yer. 

Noyers-sur-Serein, Fransa

Fransa’nın Burgonya Bölgesi’nde, Serein Nehri kıyısına kurulmuş olan Noyers-sur-Serein, oldukça şirin bir Ortaçağ köyü. Özel bir ilginiz yoksa adını muhtemelen daha önce duymadınız ama aslında Noyers sur Serein, “Fransa’nın en güzel 100 köyü” arasında yer alıyor. Yarı ahşap evleri, Arnavut kaldırımları, küçük çiftçi pazarları, renkli basamakları ve arkeolojik kalıntılarıyla her adımda zengin bir kültür mirasının izlerini görmek mümkün.

Monsanto, Portekiz

Masalsı Ortaçağ köylerinden bir diğeri de Kuzey Portekiz’in tepelerine konumlanmış olan Monsanto. Bu köyün en dikkat çekici özelliği noktalı devasa kayaları. Kayaları taşımak pek olası olmadığı için bütün köy bu kayaların etrafına, üzerine ve hatta altına inşa edilmiş. Mimarisi de tamamen taşlardan oluşuyor. Sokakları herhangi bir arabanın geçmesine olanak vermeyecek kadar dar, bu nedenle köyün ana ulaşım şekli eşekler. Kolay kolay göremeyeceğimiz manzaralara ev sahipliği yaptığı için Monsanto bugün özellikle gezginlerin ve fotoğrafçıların oldukça sevdiği destinasyonların başında geliyor.

Colmar, Fransa

Parisli yazar Georges Duhamel’in “Dünyanın en güzel şehri” ilan ettiği Colmar, geleneksel Alsas mimarisinin özgün örnekleriyle dolu minicik, kırsal bir şehir. Yarı ahşap, rengarenk tarihi binalarla dolu sokaklarında yürürken eski dünya cazibesini deneyimleyebilir, Ren Nehri’nin şehrin içinden geçen kollarında keyifli bir gondol turu yapabilirsiniz. Bu özelliğinden dolayı Colmar daha çok Petit Venice (Küçük Venedik) olarak biliniyor. Bölge Alsace Şarap Rotası’nda yer aldığı için pek çok gezginin de uğrak noktası olan Colmar’ın gecesi de ayrı keyifli.

Bled, Slovenya

İnanılmaz derecede berrak bir göl, gölün ortasında pitoresk bir kilise, yüksek kayalıkların üzerine konumlanmış ve tüm manzaraya hakim bir kale… Kendinizi bir fotoğraf karesinin içinde hissedeceğiniz bu manzara üzerine söylenecek fazla bir söz yok. Oturup izler misiniz, kaleye mi tırmanırsınız, küçük bir kayık kiralayıp kiliseyi mi ziyaret edersiniz bilemiyoruz ancak Bled şehri, hiç şüphesiz Avrupa’nın en güzel şehirleri içerisinde yer alıyor.

Carmel-by-the-Sea, Kaliforniya, ABD

Kaliforniya’nın beyaz kumlu plajı Carmel, masalsı mimarisi ve sokaklarının güzelliğiyle bugüne dek birçok Amerikalı sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Ancak gidenlerin en büyülendikleri detayların başında, Hugh Comstock tarafından inşa edilen kulübeler geliyor. Kısaca bahsetmek gerekirse; Hugh Comstock’un Carmel’de tanışıp evlendiği karısı, “Otsy-Totsys” adını verdiği bez bebeklerin yapımıyla uğraşıyordu. Zamanla aldığı siparişlerin sayısı artınca yaptığı bebekleri eve sığdıramaz oldu ve kocasından dükkan olarak kullanabileceği bir “Oyuncak ev” inşa etmesini istedi. Yüksek çatılı ve taş şömineli bu oyuncak ev her gelenin dikkatini çekmeye başladığında Comstock bu evlerden bir dizi daha inşa etti. Tarihi Hill Bölgesi olarak adlandırılan bölge, içindeki oyuncak evleriyle tam bir masal kitabından fırlamış gibi görünüyor ve hala birçok insan tarafından ziyaret ediliyor.

Hallstatt, Avusturya

Avusturya’nın en çok fotoğraflanan köylerinden biri olan Hallstatt, berrak göl suları ve görkemli Dachstein Dağları ile bu unvanı sonuna kadar hak ediyor. Avrupa’nın en eski yerleşim yerlerinden biri olan, Barok ve Gotik mimarinin seçkin örnekleriyle inşa edilmiş olan Hallstatt, aynı zamanda UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde koruma altındadır.

Manarola, İtalya

İtalya’nın beş pitoresk köyden oluşan Cingue Terre bölgesinin en küçüklerinden olan Manarola, konumunun yanı sıra yerel şarabıyla ünlüdür. Uçurum kenarlarına yapılmış olan parlak renkli evler, görenlerin yüreğini hoplatmaktadır çünkü 700 yıldır bu evler sanki havada asılı duruyormuş gibi görünerek adeta sihirli bir hava yaratıyor.

Hamnoy, Norveç

Bir varmış bir yokmuş, uzak ve soğuk diyarlarda, Lofoten Adaları denen yerde birbirinden küçük ve gerçeküstü balıkçı köyleri varmış ve bu köyler aynı zamanda “Aurora Borealis (Kutup Işıkları)” denilen mucizenin en güzel görüntülendiği yerlermiş.

Sivri kayalıklar ve köprülerle tamamlanan manzarayı gördüğünüzde, insanların neden bunca zahmete katlanıp burayı ziyaret ettiklerini hatta neden “Ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken bir yer” diye nitelendirdiklerini anlıyorsunuz. Öyle ki, Hamnoy köyünün senede bir kez düzenlenen bir caz festivali bile var.

Rothenburg ob der Tauber, Almanya

Mükemmel bir Bavyera kasabası olan Rothenburg ob der Tauber, bir Ortaçağ köyünün tüm özelliklerini barındıran, rengarenk evleri, Arnavut kaldırımlı sokakları ile sadece Almanya’nın değil, tüm Avrupa’nın en güzel yerlerinden biridir. Eğer “gerçekten” bir Harry Potter fanı değilseniz bilmenizin mümkün olmayacağı bir detay verelim; bu güzelim kasaba filmin yapımcılarını da büyülemiş olmalı ki Harry Potter ve Ölüm Yadigarları Bölüm 1 ve 2’nin bazı sahneleri burada çekildi (Bkz. Grindelwald'ın Gregorovitch'in evinden bir asa çaldığı sahne).

Gasadalur, Danimarka

Faroe Adaları’ndaki en izole köylerden biri olan Gasadalur için doğanın başyapıtı desek sanıyoruz abartı olmaz. Manzarasına görkemli demenin yetersiz kalacağı Gasadalur köyü, dünyanın en gerçeküstü şelalelerinden birine de ev sahipliği yapıyor.

2004 senesinden önce, en küçüğü dört yüz metrelik zorlu dağ yürüyüşleri sonrası ya da helikopterle ulaşılabilen köyde, inanması güç ama nüfus sadece 16’ydı! Feribotun ve dağ tünellerinin de eklenmesiyle nüfus da, turist sayısı da günden güne arttı ama Gasadalur, daha uzunca bir süre güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyecek gibi duruyor.

Brugge, Belçika

Avrupa’nın en romantik şehirlerinden biri olan ve UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesi’ne dahil edilen Brugge, Ortaçağ mimarisi, çikolata ve patates müzesi gibi enteresan çeşitlilikte müzeleri, birası ve çikolatalarıyla hafızalarda yer edinmiş durumda. Ve elbette şehirde büyüklü küçüklü pek çok çikolata dükkanı var.

Bibury, İngiltere

İngiltere’nin batısındaki dağlık bölgede yer alan Bibury, son derece iyi korunmuş tarihi dokusuyla ve kendine has kültürüyle İngiltere’nin en turistik köyü olmasıyla ünlüdür. En az beş yüz yıllık tarihi taş evlerinin nehir boyunca dizildiği Bibury’de sabahları mis gibi taze ekmek kokusuna uyanırsınız çünkü neredeyse her sokakta bir tane pastane yer alır. Unutmadan söyleyelim; bu en şirin İngiliz köyünü Stardust filminden de hatırlayabilirsiniz.