Ren ve Mosel Nehri – Gemi ile Seyahat - Brugge (4.Bölüm)

Swiss Tiara gemisi ile Ren Nehri’nde yaptığımız turda durak noktamız Antwerp idi. Ama biz sadece Antwerp ile sınırlı kalmıyoruz. Brugge, Gent ve Antwerp üçlüsünü gezeceğiz. İlk şehrimiz Brugge.

 

1300’lü yıllarda Belçika’nın en önemli liman kenti olan Brugge, günümüzde “Kuzeyin Venedik’i” olarak adlandırılıyor.

Yıllar içerisinde suların çekilmesi ile birlikte denizden uzaklaşmış. Dolayısıyla liman da Blakanberge’ye taşınmış.
 
Nüfusu yaklaşık bir milyon olan Brugge, Belçika’nın en fazla turist çeken yeri. Yıllık ziyaretçi sayısı 4 milyon civarında. Bu kadar yoğun turist akınına uğraması beni hiç şaşırtmıyor. Çünkü Brugge ile ilk tanışmam bundan 4 sene önce olmuştu. Bir butik otelde konaklamış, kentin dokusundan çok keyif almıştık. O gün bugündür de herkese mutlaka görün dediğim bir şehirdi. Çok mutluyum ki, ikinci kez burayı görmek kısmet oldu.

Brugge’de konaklama biraz tuzlu olsa da bütçenize göre otel bulmak zor değil. Bu oteller arasından yanındaHotel Montovani’yi de tercih edebilirsiniz. Otel, şehrin tarihi kent merkezine oldukça yakın ve fiyatları da gayet uygun. Buna alternatif olarak da hemen hemen aynı konumda yer alan ve alışveriş, restoran ve eğlence mekanlarına da yakın olan Hotel Koffieboontje’de düşünülebilir. Bunun yanında Beguinage’ye 10 dakikalık yürüme mesafesinde yer alan ve çevresinde birçok restoran bulunan Martin's Bruggeotelini tercih edebilirsiniz. Otel konum olarak şehrin tam kalbinde yer alıyor. Brugge’da ki diğer oteller için isterseniz buradan booking.com’a girerek göz atabilirsiniz de. 

Otobüsün bizi bıraktığı yerden grup halinde kentin dar sokaklarında eski kent merkezine doğru ilerliyoruz. Önümüze küçük ama güzel bir park alanı çıkıyor. Bu park alanında çok sayıda kuğu da görsel bir şölen oluşturuyor.

Parkın hemen yanında ise İkiz Kardeşler Çeşmesi yer alıyor. İkiz kardeşler dediğime bakmayın buradaki atlar ikiz kardeş olarak heykelleştirilmiş.

Biraz daha devam ettiğimizde hemen karşımızda Beguine Manastırı çıkıyor.

Manastır, Haçlı seferleri sırasında 13. yüzyılda savaşta eşlerini kaybeden kadınların sığınağı olarak hizmet vermeye başlamış. Roman – Katolik olan bu kadınların bir kısmı toplu halde yaşarlarken aynı zamanda gönüllü olarak hemşirelik ve öğretmenlik yaparlarmış. Bunun yanı sıra dantel ve halı dokumacılığı yaparak da gelir elde ederlermiş. Evlenirlerse bu topluluktan ayrılabiliyorlarmış. Rehberimizin söylediğine göre şu an burada 80 kadar kadın yaşıyormuş.
 
Burada çok sayıda kadın birbirine destek olarak yaşadıkları için bir rivayete göre de dünyadaki ilk feminist hareket Brugge’de yapılmış.
 
Zamanında Belçika’nın en önemli liman kentlerinden biri olduğundan Markt Place (Town Hall Meydanı) yani şehrin ana meydanı pek çok meslek grubuna ait loncalar ile çevrili. Çünkü bu meydan ticari amaçlar için kullanılıyormuş.

Buraya bir sokak ile bağlanan, yönetim ve dini merkez rolünü üstlenmiş olan diğer meydan ise Burg Meydanı. Ancak Burg Meydanı'na geçmeden biraz Markt Place’den bahsetmekte yarar var.

Rengarenk lonca binaları ile çevrili olan bu meydandaki en önemli yapılar Cloth Hall ve Belfry kulesi. Cloth Hall Brugge’un en eski ticaret merkezi. İlk yapımı 1280 senesine tarihleniyor. Tabii zaman içerisinde çok badireler atlatarak günümüze kadar gelmiş. İçerisinde 364 tane mağaza varmış ve Belçika’da üretilen ürünler buradan dünyanın çeşitli yerlerine gönderiliyormuş. Şimdi bu mağazaların pek çoğu sergiler ev sahipliği yapıyor.

83 metre yükseklikteki Belfry kulesi en büyük tehlikeyi 17.yüzyılda din savaşları sırasında yaşamış. Bu dönemde kuleyi Flamanlar korumuş ve zarar görmesine engel olmuşlar. Ancak zaman içinde zeminin yumuşak olması nedeniyle kule 1,5 metre kadar yana kaymış. Kulenin eğikliği Pisa Kulesi kadar net olmasa da dikkatli bakılınca fark ediliyor. Yakın bir dönemde bu kule de “Kuzeyin Pisa’sı” unvanını alır...

Bu meydanda bir de tarih müzesi yer alıyor. Vaktiniz varsa mutlaka girmenizi öneririm. Bu interaktif bir müze. Size Brugge’ün tarihini anlatırken duysal, görsel ve işitsel olarak Ortaçağ döneminde Brugge’u yaşatıyor. Müzede tura başladığınızda aslında Ortaçağ döneminde Brugge’a bir zaman yolculuğuna çıkıyorsunuz... Tur toplam bir saat sürüyor.

Müze çıkışında meydanda yer alan kafelerden birine oturup Brugge’ün lezzetlerini tadabilirsiniz.

Benim önerim bir tencere içerisinde servis edilen beyaz şarap soslu midye ya da Flaman Tabağı. Ama bu kadar vaktiniz yoksa patates kızartması ve bira ikilisini de deneyebilirsiniz. Brugge’de patates kızartması ve patatesten yapılan her şey çok lezzetli. Şehirde patatesin Avrupa’ya nasıl geldiğini anlatan patates müzesi bile var. İlk geldiğimde ziyaret etme şansım olmuştu ama bu kez vakit olmadı.
 
Patates müzesi olur da çikolata şehrinde Çikolata Müzesi olmaz mı? Vaktiniz olursa bu müzeye uğramanızı öneririm. Brugge’e ilk kez geldiğimde bu müzede epey vakit geçirmiştim. Dev boyutlardaki çikolatadan heykeller, ilk çikolata kalıplarından örnekler ve çikolataya dair pek çok şey bu müzede sergileniyor.
 
Bir diğer müze ise eskiden hastane olarak kullanılan Memling Müzesi. Günümüzde bu müzede 11. ve 12. yüzyıldan kalan eserler sergileniyor.
 
Buradan Burg Meydanı'na geçiyoruz. Meydanda büyükçe bir Belçika bayrağı var. Bayraklarındaki üç çarpı en çok korktukları üç şeyi temsil ediyor; yangın, sel ve salgın hastalık.

Bu meydan yıllar önce Viking ve Norman saldırılarından etkilenmemek için surlar ile çevriliymiş, ancak bu surlar günümüze kadar ulaşamamış. Neo gotik tarzdaki Town Hall meydandaki en dikkat çekici yapılardan biri. Town Hall’un yanındaki neo gotik tarzdaki diğer bina ise zamanında Adalet Sarayı olarak hizmet veriyormuş, günümüzde Turizm Bürosu.

 

Bu meydanda çok sayıda dini yapı da bulunuyor. Deanery Kilisesi, diğer adıyla St. Donatius Kilisesi barok tarzda bir yapı. Basilicus kilisesi ise Flamanlar tarafından inşa edilmiş. Ama şüphesiz en çok akılda kalanı Holy Blood Şapeli. Aslında köşede kalmış küçük bir şapel. Ancak hikayesi ve önündeki kalabalık turist grupları nedeniyle oldukça akılda kalıcı. Söylentiye göre 12. Asırda Hz. İsa’nın kutsal kanı buraya getirilmiş. Günün belli saatlerinde cam bir tüp içindeki kan ziyaretçilere gösteriliyormuş. Bu nedenle de özellikle koyu Katolik olanlar burada kanı görmeye geliyorlarmış.
 
Burg Meydanını da gördükten sonra Brugge’ün labirent gibi daracık sokaklarında yürüyüş yapıyoruz. Her sokaktan nefis çikolata kokuları yükseliyor. Ne kadar yok almayacağım çikolata deseniz de fazla direnmeyin, bu kokulara ve görselliğe karşı gelmek imkansız.

Brugge’den çikolatanın dışında alınabilecek hediyelikler çok çeşitli. Mesela halılar, goblenler ya da el işi danteller revaçta. Hediyelik eşya dükkanları pek çok kadını goblen ve dantelleri ile mıknatıs gibi kendine çekiyor.

14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar yüksek gelirli bay ve bayanların kol ve yakalarında çokça dantel kullanılırmış. Dantel ne kadar gösterişli ise kişi de o kadar varlıklı anlamına geliyormuş. Dantel alacaksanız fiyatların hiç de ucuz olduğunu söyleyemeyeceğim.

Goblenlerde ise el yapımı olanlar sayıca az olduğundan fiyatları ateş pahası. Fabrika üretimi olanların bir çoğu ise Çin malı.
 
Hediye ya da hatıra olarak alınabilecek bir diğer şey ise aromalı bira. Belçika’nın 360 çeşit birası var. Bu çeşitleri sergiledikleri Birahane Müzesi var.

Biraları sergiledikleri duvarın üzerinde ünlülere ait bir takım sözler var. Benjamin Franklin’in sözü çok orijinaldi.

Biralardan elma ve çilek aromalı denedik. Biradan çok gazoza benziyor.
 
Buranın çıkışında park etmiş olan bira şişesi motifleri ile giydirilmiş olan Vespa Scooter çok sevimliydi.

Brugge'da alışveriş yapacaklara bir uyarı da mağazaların açılış kapanış saatlerine dikkat etmeleri. Burada dükkanlar saat 10:00 – 18:00 arası açık. Hafta sonları ise açık dükkan bulmak zor. Bu nedenle alışverişinizi ona göre yapmalısınız.

Brugge’a gelince mutlaka kanallar arasında tekne gezisi yapılmalı. Yaklaşık 45 dakika süren bu yolculuk çok keyifli. 11, 12. ve yüzyıla tarihlenen muhteşem alınlıklı gotik binalar arasında dolaşırken hangi binayı fotoğraflayacağınızı bilemiyorsunuz.

Bizim Fahri Konsolosluk binamız da bu rota üzerinde.

Kanallar Venedik’teki kanallardan daha geniş. Brugge'de kanal turu boyunca çok sayıda köprünün altından geçiliyor. Bu köprüler arasında en enteresan olanı ise 3 farklı zaman diliminde yapılmış olan köprüydü. Yani, köprünün altından geçerken ilk köprünün 15. yüzyılda yapıldığını, ona bitişik olanın 16. yüzyılda yapıldığını ve ona da bitişik olan üçüncünün 17. yüzyılda köprüye ilave edildiğini görüyoruz. 3. yüzyılda köprü genişletilmiş.
 
Brugge turu sırasında tam kanalların ortasında her yere hakim bir lokasyonda bir ev görüyoruz. Burada yaşayan her kim ise ne kadar şanslı diye düşünürken, rehberimiz hemen açıklıyor. Burada yaşayan kişiye Lock Keeper deniliyormuş ve görevi kanallar arasındaki su seviyesini ayarlamakmış.

Kanal boyunca ilerlerken bir evin penceresinden dışarıyı izleyen bir köpek görüyoruz. Pencere kenarında kendisi için konulmuş yastığa başını dayayıp dışarıyı izleyen Fidel isimli bu sevimli köpek meğerse çok ünlüymüş. Yıllardır her gün bu pencereden dışarıyı izlermiş. O nedenle kanal turu yapan teknelerin rotasında Fidel’i görmek mutlaka yer alıyor.

Kanal gezisi sırasında sarmaşıklarla kaplı taş evler arasında gezinirken kuğular da bize eşlik ediyor.
 
Brugge’un merkezine araba girmediği için çok sessiz. Sadece at arabalarının sesi ve kiliselerin çanları duyuluyor. Merkeze araba girmediği için burada da bisiklet kullanımı oldukça yaygın.

Brugge’un hatta Belçika’nın en önemli kilisesiOur Lady's Church”. Bu gotik kilise Brugge’un en yüksek, Belçika’nın ise en yüksek ikinci kulesine sahip. Yüksekliği 122 metre. Belçika’nın en önemli kilisesi olarak anılmasının sebebi içerisinde yer alan sanat eserleri. Kilisedeki şapelde Michelangelo’nun 20’li yaşlarında yaptığı Meryem Ana heykeli yer alıyor. Buna ek olarak 15 kadar mermer heykel de burada sergileniyor.
 
2009 senesinde vizyona giren Brugge isimli sinema filminden sonra daha da popüler oluyor Brugge.

Bundan 4 sene önce Brugge’u ziyaret ettiğimde ilk görüşte aşık olmuştum bu çikolata kokan kente. Hiç değişmemiş, hala ilk göreni kendine hayran bırakacak güzellikte…

*** “REN VE MOSEL NEHRİ - GEMİ İLE SEYAHAT” bir yazı dizisidir. Yazı dizisinin diğer bölümlerine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-moselde-gemi-ile-seyahat-amsterdam-1-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-zaanse-schanse-ve-marken-2bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-volendam-ve-schoonhoven-3-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-gent-5-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-antwerp-6-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-nijmegen-7-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-dusseldorf-8-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-koln-9-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-koblenz-10-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-romantik-ren-11-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-rudesheim-12-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-cochem-13-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-bernkastel-kues-14-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-remich-ve-schengen-15-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-luksemburg-16-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-trier-17-bolum

http://gezimanya.com/GeziNotlari/ren-ve-mosel-nehri-gemi-ile-seyahat-bruksel-18-bolum

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni